Fuat Keyman, Koç Üniversitesi
.
2007 yılının 19 Ocak günü, sadece çok iyi bir insan, aile babası, sevgili, eş, Türkiye sevdalısı, demokrasi ve adalet için çalışan aktif ve erdemli vatandaş ve Türkiye için çok önemli bir değer olan sevgili Hrant Dink'in hunharca ve insanlık dışı bir saldırıyla öldürülüşüne sahne olan bir gün değildi, aynı zamanda, bu yılın "karanlık yüzü"nün habercisiydi de.
2007, karanlık bir yüze sahip oldu. Hrant Dink'in öldürülüşünden sonra, katil zanlısı kişinin, üzerinde Atatürk resmi olan Türk bayrağı önünde çekilen resmi, bu karanlık yüzü ve içerdiği utanç tablosunu daha da derinleştirdi. Bu yetmediği gibi, cinayetin hazırlanışı, arkasındaki karanlık ilişkiler ve engellenmeyişini izlemek, arkasından mahkeme salonu önünde yaşananları, "ya sev ya terk et"leri, cinayeti savunan türküleri, bu türkülere yapılan klipleri yaşamak bu utanç tablosunu derinleştirdi. Son olarak da, AGOS gazetesine açılan 301. madde temelli davayla ve bu dava sonucu Hrant Dink'in oğlunun ailesiyle Belçika'ya gidişiyle bu tablo, "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gayrimüslim bir aileyi yok etme" tablosuna dönüştü.
.
Gerek ikisi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı üç Hıristiyan'ın Malatya'da vahşice, işkenceyle katledilişi, bu katliam sonrası oluşan karanlık ilişkiler ve cinayetlerle ilgili hazırlanan iddianamenin öldürülenlerle ilgili kısmının daha uzun ve kapsamlı olduğuna dair çıkan haberler, gerekse de yıl içinde rahiplere ve kiliselere yapılan saldırılar, 2007'de oluşan utanç tablosunu, farklı dinden olan kimliklere karşı gelişen düşmanlık tablosuna dönüştürdü. Bu bağlamda, 2007 yılı, gayrimüslim dini azınlıklara karşı yapılan ırkçı, ölümcül ve insanlık dışı saldırıları içeren karanlık bir yıl oldu. Daha kötüsü, bu sorunun üzerine devlet katında gidilmediğini gözlemledik, daha da kötüsü, özellikle yargı ve güvenlik bürokrasisi içinde, bu sorunu çözmek yerine, aksine normalleştiren söylemlerin kullanıldığına şahit olduk.
.
2007'nin karanlık yüzü, PKK terör saldırılarını ve bu saldırılardan gelen şehit cenazelerini de içerdi. Türkiye, etnik milliyetçiliği körükleyen, toplumsal barışı ve farklı kültürel kimliklerin birarada ve beraber yaşaması olasılığını zedeleyici terör tuzağına itilmek istendi. Diğer taraftan, Şemdinli'de bir kitapçı dükkanına yapılan ve ölümle sonuçlanan bir saldırı ve bu saldırıyı yapanların yakalanmasından sonra oluşan yargı süreci de, terör ve etnik milliyetçiliğe karşı mücadelenin başarılı olması için gerekli olan, hukukun üstünlüğü ve demokratik normlara bağlılık ilkesine ciddi bir darbe vurdu. Aynı dava ve sanıklar için, sivil mahkemenin 39 yıl hapis cezası sonucuna varmasına karşın, askeri mahkemenin sanıkların tutuksuz yargılanması temelinde serbest bırakılmasına karar vermesi, vatandaşların hukuk sistemine bakışlarında ciddi bir güven ve şüphe sorunu yarattı. Bu anlamda da, gerek PKK terör saldırıları gerekse de Şemdinli olayı, 2007'nin "karanlık yüzü"ne katkı verdiler.
.
Şüphesiz ki, 2007'nin karanlık yüzüne, kadına karşı şiddeti ve kadına karşı şiddet temelli, öldürme ve tecavüz içeren davalarda yargı kararlarının, özellikle ceza indirimi için buldukları nedenlerin utanç verici niteliklerini de eklememiz gerekiyor. 2007'nin karanlık yüzünü oluşturan gelişmeler, esasında, Türkiye'nin demokratikleşmesi ve adaletli bir toplum olmasının önündeki reel sorunlar. Bu reel sorunlar gibi, Türkiye'nin yoksulluk, işsizlik, bölgesel eşitsizlik, insani ve sürdürülebilir kalkınma, makro-ekonomik istikrar, eğitim, çevre, hukuk, toplumsal şiddet vb. sorunları da var ve bu sorunlar uzun dönemli ve kalıcı çözüm gerektiriyor. Çözüm süreci de, bu sorunlara dönük politikaların üretilmesini ve yargı, güvenlik, eğitim gibi önemli kurumların "kurumsal reform"unu gerekli kılıyor.
Şüphesiz ki, 2007'nin karanlık yüzüne, kadına karşı şiddeti ve kadına karşı şiddet temelli, öldürme ve tecavüz içeren davalarda yargı kararlarının, özellikle ceza indirimi için buldukları nedenlerin utanç verici niteliklerini de eklememiz gerekiyor. 2007'nin karanlık yüzünü oluşturan gelişmeler, esasında, Türkiye'nin demokratikleşmesi ve adaletli bir toplum olmasının önündeki reel sorunlar. Bu reel sorunlar gibi, Türkiye'nin yoksulluk, işsizlik, bölgesel eşitsizlik, insani ve sürdürülebilir kalkınma, makro-ekonomik istikrar, eğitim, çevre, hukuk, toplumsal şiddet vb. sorunları da var ve bu sorunlar uzun dönemli ve kalıcı çözüm gerektiriyor. Çözüm süreci de, bu sorunlara dönük politikaların üretilmesini ve yargı, güvenlik, eğitim gibi önemli kurumların "kurumsal reform"unu gerekli kılıyor.
.
Ancak sorun çözücü bir yönetim zihniyeti ve kurumsal reform içinde, demokratik ve adaletli bir Türkiye yaratabileceğimizi biliyoruz. Ama, reel sorunların çözümü ve kurumsal reform sürecinin yaşama geçirilmesi bağlamında 2007'ye baktığımızda, bu yılın boşa geçmiş bir yıl olduğunu görüyoruz. Reel sorunlara çözüm ve reform sürecinin ertelenmesi, bize 2007'nin "boş yüzü"nü gösteriyor.
Bununla birlikte, özellikle siyasal alan içinde, 2007 çok önemli bir yıldı ve Türkiye'nin geleceği temelinde, "sistem-dönüştürücü" sonuçlar yaratan tarihi gelişmelere sahne oldu. Bu gelişmelerin başında, 22 Temmuz genel seçimleri geliyor. Bu seçimlerde, yüzde 47'ye yakın bir oy oranıyla, 2002 genel seçimlerinden sonra AKP, ikinci kez ve bu defa arkasına çok güçlü bir toplumsal destek alarak, çoğunluk hükümetini kurdu. Bu başarının üç önemli sonucu oldu. Birincisi, AKP'nin hem siyasi hem de sosyolojik temellerde, merkez sağın tek ve güçlü partisi olması. Bugün, ANAP'ın Türkiye siyasi hayatından silinişi, DP'nin de benzer bir sürece girmesi sonucunda, "muhafazakâr-demokrat merkez sağ parti kimliği"yle AKP, bir "merkez partisi" ve -toplumsal tabanını da bu kimlikle yaygınlaştırmasıyla-, "merkezin sağ tarafının tek ve güçlü partisi". İkincisi, bu seçimlerde muhalefet partisi konumuna gelen CHP ve MHP'nin seçim öncesi ve sonrası performanslarına baktığımızda, Türkiye'de bugün siyasi alanı belirleyen önemli bir gelişmeyle karşılaşıyoruz: 2002'den bugüne gittikçe derinleşen "güçlü ve sorun çözücü muhalefet eksikliği sorunu". Diğer taraftan, oy oranının AKP'nin toplumsal desteğinin üst sınırını oluşturmadığı, çok büyük hatalar ya da ekonomik kriz dalgalanmaları olmadığı sürece, AKP'nin oy oranını artırmasının ciddi bir olasılık olduğunu görüyoruz. Üçüncüsü, 24 Nisan 2007 günü Abdullah Gül'ün adaylığıyla başlayan Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci, yargının gereksiz siyasallaşmasını simgeleyen "367 şartı" ve askeri bürokrasinin siyasete müdahalesini simgeleyen "27 Nisan e-muhtırası"yla kesilmesine rağmen, 28 Ağustos 2007 günü, Gül'ün Türkiye'nin 11. Cumhurbaşkanı olmasıyla bitti. Tüm bu üç gelişme içinde, 22 Temmuz seçimleri, Türkiye'de ve Türkiye siyasi hayatında çok "güçlü ve başarılı bir AKP gerçeği"ni ortaya çıkardı.
.
Bununla birlikte, hepimizin bildiği gibi, 22 Temmuz seçimleri, sadece, başbakan, cumhurbaşkanı, meclis başkanı ve geniş toplumsal desteğiyle "güçlü bir AKP gerçeği"ni değil, aynı zamanda, Türkiye modernleşme sürecinde de, "muhafazakâr modernleşmeye" doğru bir eğilim ya da yönelimi ve bu sürece dönük endişeleri, serzenişleri de ortaya çıkardı. "Türkiye Malezyalılaşıyor mu?" tartışmalarından, yeni orta sınıf, yaşam tarzı ve laiklik ilkesi üzerine tartışmalara 22 Temmuz genel seçimleri, 2007'de "sistem-dönüştürücü" bir etki yarattı ve yıla damgasını vurdu.
.
2007'de, Türkiye'nin, son yıllarda, değişen dünya içinde yaşadığı "dönüşüm süreci"nin, iyi yönetilmediği zaman, insan acılarını ve utanç tablolarını içeren karanlık bir yüze sahip olacağını çok açık olarak öğrendik. Reel sorunlara çözüm ve kurumsal reform süreci aksatıldığı zaman, bu karanlık tablonun giderek daha da derinleşeceği gerçeğiyle, yine bu yıl yüzleştik. Ama, bu yıl, seçimler temelinde, belli bir ölçüde, "demokratik olgunluk" da yaşadık; Türkiye seçimlerini yaptı, siyaset dışı müdahalelerin gereksizliğini ve ters sonuçlar yaratacağını toplum oylarıyla ortaya çıkarttı ve tüm aktörler seçim sonuçlarını kabullendi.
.
Bu bağlamda 2008'in, siyasi alanda, reel sorunlara çözüm ve kurumsal reform çabası içinde geçmesini vatandaşlar olarak, toplum olarak dilemeliyiz, aktif ve sivil vatandaşlar olarak da, bu dileğimizin yaşama geçirilmesi için hükümeti zorlamalı ve yönlendirmeliyiz. İster Kürt sorunu, ister ekonomik istikrar, ister AB sürecinin canlandırılması, isterse de sivil anayasa tartışmaları olsun, 2008'de demokratik ve adaletli bir Türkiye özlemi için, başlangıç noktamız, "reel sorunlara çözüm ve kurumsal reform çabası" olmalı.
.http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7847
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder