insan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
insan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Eylül 2017 Pazartesi

Şerif Mardin bibliyografyası (1950-2007)

Alim ARLI, Divan Dergisi (2006/2: Yıl 11, Sayı 21)


Bu bibliyografyada, Prof. Dr. Şerif Mardin’in 1950 yılından 2007 yılına kadar akademik hayatını yansıtan tüm yayınlarının ve üniversite çalışma hayatının kronolojik/ bibliyografik bir tasnifi yapılmaya çalışılmıştır. Çalışmada ilk olarak Şerif Mardin’in görev yaptığı akademik kurumlar ve çalıştığı üniversitelerin bir dökümü ortaya konulmuştur. Daha sonra tespit edebildiğimiz kadarıyla, Mardin’in siyasî hayatı, dernek faaliyetleri ve aldığı ödüller kaydedilmiştir. Üçüncü olarak Mardin’in tüm eserleri zaman dizimi sırasına göre sınıflandırılarak verilmiştir. Bu tasnifte makale, deneme, söyleşi veya kitapların ilk yayınlandığı yer temel alınmıştır. Mardin’in Türkçede basımı yapılan toplu eserlerinde yer alan çalışmalar kaynağın ilk yayınlandığı yerin hemen ardından ayraç içinde gösterilmiştir. Belirtmek gerekir ki, fazlasıyla dağınık durumda olan bu eserlerin yayınlandığı yerlerin ilk baskı yerine göre tasnifi sırasında gözden kaçmış olan yayınların bulunması muhtemeldir. Ulaşabildiğimiz bütün mülakatların künyelerini vermekle beraber, ulaşamadığımız başka söyleşiler de olabilir. Fakat bunların sayısının fazla olduğunu zannetmiyoruz. Dördüncü olarak Mardin’in Türkçeden İngilizceye ve İngilizceden Türkçeye yaptığı iki çevirinin künyesi verilmiştir. 


Son kısımda ise doğrudan yine Şerif Mardin’in çalışmaları üzerine İngilizcede ve Türkçede yayınlanmış olan makale, kitap ve tezlerin bir dökümü yapılmıştır. Burada takip edilen yöntem, Mardin’e yapılan atıflar değil, doğrudan Mardin’in çalışmalarını ele alan eserlerin tespitidir. Bibliyografyanın her bölümünde muhtemel eksiklikler sözkonusu olabilir. Fakat altı yıllık bir araştırmaya, kaynak eserlerle ikincil literatürün tespitine dayanan bu çalışmada mütekâmil bir bibliyografya oluşturmaya gayret edilmiştir. Mardin’in düşüncelerini konu alan ikincil literatürün teferruatlı bir dökümü ise tarafımızca halen çalışılmakta olup ileriki bir tarihte yayımlanacaktır. Kanaatimizce bu tür çalışmalar, fikir âlemimize mütevazı bir katkı, yapılacak eleştiri ve kritiklere doğru bir zemin sağlayacak dökümler olarak değerlendirilmelidir. Elinizdeki bibliyografyada yer alan yayınların gruplandırılmasının sonuçları şu şekildedir: 85 makale, 11 söyleşi, Forum’da çıkan 45 deneme/yazı, 18 kitap tanıtımı, 5 müstakil kitap, 5 makaleler derlemesi kitap.



Tam metin için tıklayınız.


.

.
.

19 Mayıs 2017 Cuma

Halil İnalcık’ın (1916-2016) Akademik Biyografisi

Selim Aslantaş, Hacettepe Üniversitesi, Tarih Bölümü
Yeditepe Üniversitesi Tarih Bölümü Araştırma Dergisi
Cilt 1, Sayı 1, 2017
20. yüzyıl sona ererken Cambridge Uluslararası Biyografi Merkezi (Cambridge International Biographical Center) Halil İnalcık’ı, dünyada sosyal bilimler alanında sayılı 2000 bilim adamı arasında göstermiştir. İnalcık; Türk, Amerikan, İngiliz, Sırp ve Arnavutluk akademilerine üye seçilmiştir.
Tanınmış Amerikalı sosyal bilimci Immanuel Wallerstein, İnalcık hakkında şu satırları yazmıştır (Arka Kapak Yazısı, Makaleler, Ankara: Doğu-Batı, 2005) “Bugün dünya üniversitelerinde Halil İnalcık okunuyor ve okutuluyor. Onu dar anlamda bir “tarihçi” olarak düşünmek elbette yetersiz kalır. Bizzat tarih disiplinine şekil vermiş, kendi metodolojisini ve bilgi birikimini tarihçilik mesleğine kazandırmış bir kişi olarak İnalcık, bilim çevrelerinin üzerinde uzlaştığı seçkin bir isimdir. İnalcık ekolüne mensup yüzlerce öğrenci, sadece birincil kaynakları kullanma, belge ve arşivleri inceleme yönünden değil modern anlamda tarihe sosyo-ekonomik ve kültürel birçok cepheden bakabilme becerisini ondan öğrenmiştir. Yeni kuşak tarihçiler, Akdeniz, Osmanlı ve Balkan tarihi üzerindeki birçok yanlışın tashih edilmesini ona borçludur. Kitapları, sayısız makale ve ansiklopedi maddeleri, sosyal bilimciler için göz kamaştırıcı bir hazine mahiyetindedir. Halil İnalcık, bu sahanın en seçkin uygulayıcılarından biri. Dünya bilimine katkıları su götürmez. Çabalarının hedefi haline gelmiş konu üzerinde bize sadece tefekkür etmek düşer.”
I) HALİL İNALCIK’IN AKADEMİK KARİYERİNİN KİLOMETRE TAŞLARI DTCF YILLARI (1940-1972)
Prof. Halil İnalcık, 7 Eylül 1916’da İstanbul’da doğdu. Babası Kırım göçmenlerinden Seyit Osman Nuri Bey, annesi Ayşe Bahriye Hanım’dır. İlk tahsilini 1923-1930 arasında Ankara Gazi Mektebi’nde yapan İnalcık, orta öğretimine bir yıl Sivas Muallim Mektebi’nde devam etti. Orta tahsilini 1931’de Ankara’da Gazi Muallim Mektebi’nde tamamladı. Lise eğitimini o dönemin en iyi okullarından biri olan Balıkesir Necati Bey Muallim Mektebi’nde 15 Eylül 1935’te tamamladı. Yüksek tahsiline 1935’te Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde (AÜDTCF) başladı. Yeni Çağ Tarihi Kürsüsü’nde M. Göker, B. S. Baykal ve F. Köprülü’nün derslerini takip etti. 1940’ta mezun olan İnalcık, Timur üzerinde hazırladığı bir seminerle Fuad Köprülü’nün dikkatini çekti, onun takdir ve tavsiyesiyle 30 Nisan 1940’da AÜDTCF Yeni Çağ Kürsüsü’ne ilmî yardımcı tayin edildi. 1942’de Türkiye’de sosyo-ekonomik tarih yazıcılığının ilk örneklerinden biri olan Tanzimat ve Bulgar Meselesi adlı teziyle doktor oldu (Ankara: TTK, 1943). 28 Nisan 1942’de AÜDTCF Yeni Çağ Kürsüsü’ne asistan olarak atanan İnalcık, 15 Aralık 1943’te Viyana’dan ‘Büyük Ricat’e Osmanlı İmparatorluğu ve Kırım Hanlığı unvanlı teziyle doçentliğe atandı. 1945’te AÜDTCF Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden Şevkiye Işıl hanımla evlendi. Araştırma sahasını doktora tezinden itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyal ve ekonomik meselelerine yoğunlaştıran İnalcık, İstanbul’da Osmanlı arşivlerinde ve Bursa şer’iyye sicilleri üzerinde araştırmalar yaptı. 1947’de Türk Tarih Kurumu (TTK) üyeliğine seçildi.
AÜDTCF tarafından bilgi, görgü ve çalışma alanındaki ihtisasını artırmak üzere 1949’da gönderildiği İngiltere, British Museum’da Türkçe yazmalar üzerinde çalıştı ve Calendar of State Papers serisinde Osmanlı tarihine ait kayıtları topladı. Londra Üniversitesi, School of Oriental and African Studies’de (SOAS) Prof. Paul Wittek’in seminerlerine katıldı. Bu seminerlere katılan B. Lewis, V. Ménage, V. Parry, E. Zachariadou gibi tarihçilerle tanıştı. Dünyanın en önemli arşivlerinden İngiltere, Public Record Office’te Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili kaynak taraması yaptı. 1950’de Paris’te toplanan Milletlerarası Tarihi İlimler Kongresi’ne katıldı. Annales okulunun (École des Annales ) kurucularından Fernand Braudel ile tanıştı. Onun 1949’da yayınlanan La Méditerranée et le monde méditerranéen à l’époque de Philippe II (II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası) adlı çığır açan eseri İnalcık üzerinde derin etki yaptı ve Türkiye’de bu eseri tanıtan bir yazı yazdı (1950). İngiltere’den 1 Şubat 1951’de Türkiye’ye döndü. 1951’in yaz aylarında Bursa Şer’iyye Sicilleri üzerinde çalışmaya başlayarak bu sicillerin önemi belirten bir makale yazdı (“15. Asır Türkiye İktisadî ve İçtimaî Tarihi Kaynakları”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 15 (1953-54), 51-67). Osmanlı hukuku ve sosyal hayatı açısından son derece kıymetli bilgiler içeren 280 defterlik bu koleksiyonunun tasnif edilip ciltlenmesi için girişimde bulundu. Bu girişim neticesinde Topkapı Sarayı’ndaki atölyede ciltlenip temizlenerek tekrar Bursa’ya gönderilen siciller bugün Bursa Arkeoloji Müzesi’nde araştırıcıların istifadesine açılmıştır.
İnalcık, 2 Haziran 1952’de Viyana Bozgun Yıllarında Osmanlı-Kırım Hanlığı İşbirliği teziyle profesörlük pâyesi aldı. 1953–54 ders yılında Columbia Üniversitesi School of International Affairs’a ziyaretçi profesör olarak davet edildi. Prof. Tibor Halasi-Kun ile birlikte Amerika’da Osmanlı-Türk araştırmalarının gelişmesinde rol oynamış bulunuyor. 1956-57’de Rockefeller Vakfı’nın bursuyla Harvard Üniversitesi’nde “research fellow” olarak bulundu. Amerikan tarihi derslerini izledi. Harvard Üniversitesi’nde ayrıca Prof. H. A. R. Gibb’in İslam tarihi derslerini izledi. Harvard profesörlerinden W. Langer’in teklifi üzerine An Encyclopaedia of World History’nin Osmanlı kısmını gözden geçirmeyi üstendi (bkz. eserin 4. baskısı). 1957’de Türkiye’ye döndü. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (AÜSBF) Osmanlı, Avrupa ve Amerika tarihi okuttuğu gibi “İdari Teşkilât Tarihi” ve “Devrim Tarihi” derslerini de üstlendi.
Bu yıllarda İnalcık, yurt içinde ve Batı memleketlerinde birçok kongreye bildiri vererek katıldı. 1958’de Münih’te düzenlenen XI. Uluslararası Bizantinistler Kongresi’nde “The Problem of the Relationship between Byzantine and Ottoman Taxation” başlıklı bildirisini okudu. 1960’ta ders vermek üzere İsrail İbranî Üniversitesi’ne davet edildi. Yaz aylarında Millî Birlik Komitesi’nin isteği üzerine Güneydoğu bölgesine üniversiteden bir heyetle inceleme gezisi düzenledi. Toprak meseleleri hakkındaki araştırmaları dolayısıyla çağrıldığı toplantıda bölgenin meselelerinin tespiti için bir Güneydoğu Enstitüsü kurulmasını teklif etti. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nün (TKAE) kuruluş döneminde faaliyetlerde bulundu.

Makalenin tamamına aşağıdaki linkten ulaşılabilir.
http://dergipark.gov.tr/yutad/issue/26904/282923

22 Mayıs 2015 Cuma

Mevlana Rumi'den (IV)

(© flickr.com)
.Sen su değilsin, sen toprak değilsin. Sen bambaşka bir varlıksın. Balçıktan yaratıldın ama, balçık değilsin. Sen toprak dünyasından dışarıdasın ve aslına doğru yolculuktasın. Kalb, şu fani beden bir arktır. Can o arkda akan ab-ı hayattır. Sen bulunduğun yerde, senliğinde kaldıkça, bu ikisinden de habersizsin.

Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki, sen cansın. Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan, sen bir ekmeksin. Bu gizli, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen, anlarsın ki, aradığın ancak sensin sen.

Ab-ı hayat, bizdeki ilahi emanet, su ve topraktan yaratılmış olan şu balçık ten içinde gizlenmiştir. Bu yüzden görünmemektedir. Nefis de, gönlün kapısına mühür vurmuştur, sevgiyi hapsetmiştir. Sen o mührü kopar ve sevgiyi kurtar. Kimden korkuyorsun? Kimden utanıyorsun? Sen, böylece gönlünü kurtar, onun görünmeyen yoluna düş, gerçek sevgiyi bul.

Ben, kendini bilen ve gönlünü her zaman yanlıştan kurtaran kimsenin kuluyum, kölesiyim. Onlar, kendi zatlarından, kendi sıfatlarından bir kitap meydana getirirler de, o kitabın fihristisinin adını “Ene-l Hak” koyarlar.

Bensiz, bizsiz olduğu halde hoş olanın, benlikten kurtulduğu için mutlu olanın kulu, kölesiyim. Şikayet etmeden, kimseye yük olmadan, kendi acıları ile başbaşa kalarak, yalnızlıktan hoşlanan kişinin gamı ile arkadaşım.

Herhangi bir kimsede, gizli bir aşk derdi yoksa, o yaşıyormuş gibi görünse de, onun gönlü ve canı yoktur. O adeta, gezen, dolasan bir ölüdür. Eğer aklin varsa, git de Hak’tan dert iste, çünkü dertsiz olmaz, aşk derdine düşmemek imkansız bir hastalıktır.

Şu yalnızlık, binlerce candan, binlerce kişi ile beraber olmaktan daha hayırlıdır. Bu hürlük, dünya mülküne sahip olmaktan daha iyidir. Hak ile az bir zaman halvette yalnız kalmak, candan da değerlidir, cihandan da, şundan da, bundan da daha değerlidir.

Havaların bulutlu, yağışlı olduğu günlerde, dostların bir arada toplanıp oturmaları gerekir. Nasıl ki, güller bir bahçede öteye beriye serpilmiş olarak değil de, bir arada toplu olarak bulundukları zaman bahçeye güzellik ve ihtişam verirler, birbirlerini adeta tazeleştirirlerse, dostlar da bahar mevsiminde bir araya gelince gençleşirler.

İstiyorum ki, gönlüm onun derdi ile anlaşsın, arkadaş olsun. Gönlüm, onun derdini elde ederse ne iyi olur. Ey aşık gönül, aklını başına al da, onun verdiği derdin değerini bil, onun gamını yakala, bağrına bas. Onun derdinin dert değil, bizzat kendisi olduğunu anla.

Gönlümü aşk gamına düşüreceğim. Canımı senden gelen bela okuna hedef yapacağım. Allah’ım senin aşkınla harcanmayan ömrümü, bugün gönül kanı ile kaza edeceğim.

Eğer sen, Hak yolunda yürürsen, senin yolunu açarlar, kolaylaştırırlar. Eğer Hakk’ın varlığında yok olursan, seni gerçek varlığa döndürürler. Benlikten kurtulur, alçakgönüllü olursan, o kadar büyürsün ki, aleme sığmazsın. İşte o zaman, seni, sensiz, sen olmaksızın sana gösterirler.

Aşk ezelden beri vardır. Sonsuza kadar da sürecektir. Aşkı arayanlar, aşık olmak isteyenler sayısız olacaktır. Yarın kıyamet kopup da her şey açığa çıkınca, aşık olmayanların, Hakk’ı candan sevmeyenlerin, ibadeti gösteriş için yapanların ilahi dergahından sürüleceği görülecektir.

Ey dünyada dönüp dolaşan ermiş kişiler! Her güzele neden böyle hayransınız? Şu dünyada arayıp durduğunuzu, bir de kendinizde arasanız ne olur? Onu, kendinizde arayınız, kendinizde bulursunuz.

Bizim topraktan yaratılmış olan bedenimiz, göklerin nurudur. Bazen bizim hakikate varmak, Hakk’ı aramak hususundaki canlılığımızı, çevikliğimizi melekler kıskanır, manen üstünlüğümüze, ruhi temizliğimize hased ederler. Bazen da, hayasızlığımızdan, kötülüğümüzden şeytan kaçar.

Sevgilinin vefakarlığı ne kadar hoştur, onun vefalarında ne zevkler vardır? diye sordular. Onlara dedim ki: Onun vefalarından haberim yok. Bence onun cefaları, nazları hoştur.

Gönlünü yakıp yandıran birisi varsa, eğer için gizli bir sevginin hevesleri ile dolu ise, bu tatlı yanışın mutluluk olduğunu bilmek gerekir. Feryadın, eğer gönlüne bir ferahlık veriyorsa, onu ilahi bir lütuf bil, o feryadı, her nefesine arkadaş etmeye bak.

İnsaf et, aşk güzel bir iştir. Onun bozulması, güzelliğini kaybetmesi, tabiatın kötü niyetli oluşundandır. Sen kendi şehvetini aşk diye adlandırmışın, ona aşk adını koymuşsun. Halbuki, şehvetten kurtulup, aşka ulaşabilmek için uzun yollardan geçmen gerekir.

Berrak, duru sudan dahi temiz bir aşkım var. Bu aşk oyunu, şehvet ile ilgili olmadığı için bana haram değildir. Aşk, başkalarını şekilden şekile sokar, halden hale kor. Halbuki, bu benim aşkım gelip geçici olmadığı gibi, sevgilime de zeval yoktur, O ölümsüzdür.

Ey güzellikte tek olan, eşsiz sevgili, nasılsın? Beni yüzlerce kez kendi benliğimin dışına çıkardın. Seni tanıdığım ve bildiğim günden beri, bütün bildiklerimi ve gördüklerimi bana unutturdun.

Belalar yağdıran aşk daha güzeldir. Aşkın getirdiği belalardan sakınan, korkan kişi, aşık değildir. Aşk işinde mert kişi odur ki, aşk ateşi canına düşünce, uğrunda canını verir, canından geçer.

Aşıklık sözünü ilk önce duyar duymaz canı da, gönlü de, gözü de onun yoluna serdim. Ayaklar altına attım. Sonra kendi kendime dedim ki “Acaba sevenle sevilen iki ayrı varlık mıdır?” Aslında ikisi de birmiş amma, ben şaşılığımdan onları ayrı görmüşüm.

Biz kılıç erleriyiz, üç lokma ekmek için yasayanlardan değiliz. Biz bazen manevi neşeye kapılır, el çırparız. Yoksa biz o kadınların yüzünden, şehvet yüzünden el çırpmayız. Biz yolunu sapıtmış kişilere av olmayız. Onların etkisi altında kalmayız. Aksine biz onları avlar, doğru yola getiririz. Biz ihtiraslarımızın, kötü huylarımızın bağından kurtulmuşuz da, dünyaya bağlanıp kalmamışız.

Birçok kötülük, aptallık, hep benden, benlikten doğdu. Ömrümde bir an bile gönlüm sevinmedi. Benden memnun kalmadı. Ben adalet istiyorum, haksızlıklardan şikayet ediyorum. Halbuki bütün adaletsizlikler, haksızlıklar, benden, benlikten çıkıyor. Bu yüzdendir ki, benim bütün feryadım, şikayetim hep bendendir, benden.

Kendi kendimden kaçmak, kurtulmak isterim. Maddi isteklerden uzaklaşarak, hür olarak yaşamak arzu ederim. Ben durakların, merhalelerin bağları ile bağlanmışım, bütün bunları koparmak, kırmak isteğindeyim.

Kaba saba sufi elbisesi giymekle sufi olamazsın. Şeyhlerin, büyüklerin sohbetlerini dinlemekle de mürsid olamazsın. Dinlediklerini tatbik etmen, bizzat yaşaman gerekir. Sufinin sinesi saf olacak, gönlü, kötülüklerden, hiddetten temizlenmiş bulunacaktır. Hem sufi olma, hem de ona buna kin beslemek. İnsaf et ikisi bir arada olur mu?

Ey mum, sende sufi huyları var. Sanırım ki, şu altı huyu ermişlerden almışsın: Geceyi uyanık olarak geçiriyorsun, yüzün nurlu, benzin sapsarı, gönlün tutuşmuş yanıyor, göz yaşları döküyorsun, kalbin uykuda değil, uyanık.

Sen ayık oldukça, mest olmanın, kendinden geçmenin manevi zevkini tadamazsın. Bedenin isteklerinden kurtulmadıkça, ruhun ne olduğunu anlayamaz, varlığını idrak ederek, onu sevemezsin. Dostun aşkı yolunda ateş gibi, su gibi yok olmadıkça, benliğinden geçmedikçe, gerçek varlığa eremezsin.

Ey dünya isteklisi, sen bu dünyada bir gündelikçi gibisin. Ey cennet aşığı, sen de hakikatlerden çok uzaktasın. Ey habersizliğinden ötürü iki alemle de sevinen neşelenen sen dostun gamındaki zevki görememişsin, mazursun.

Git gözlerini kapa ki, bütün gönlün göz olsun. O zaman gönül gözü ile sana başka bir cihan, başka bir dünya görünecektir. Eğer sen, kendini görmek, kendini beğenmekten kurtulursan, bütün yaptığın şeyler beğenilecektir.

Hepimiz Allah’ın kudretinin, büyüklüğünün birer oyuncağıyız. Varlık, zenginlik hep O’nundur. Bizlerse hep yoksul kişileriz. Üstünlük iddia etmek, kendini beğenip başkalarını hor görmek ne manasızlıktır. Ne boş şeydir? Bütün insanlar, hepimiz aynı sarayın kapı kullarıyız.

Allah sevgisine av olursan, Allah sevgisine tutulursan, gamdan, kederden kurtulmuş olursun. Fakat kendi arzularının peşinde koşarsan, bağlanırsın, isteklerinin esiri olursun. Şunu iyi bil ki: Senin şu maddi varlığın, Hakk’ı senden gizleyen bir perdedir. Kendinden kaç, kendinle oturma, yoksa her zaman yara alırsın.

Ya Rabbi, sen beni dünyayı istemekten de, ahiret zevkini düşünmekten de kurtar. Yokluk tacını başıma giydir de beni manen yücelt. Vuslat hareminden, aşk sırrına erdirmekle, beni kendinden mahrem et, has kullarının arasına karıştır. Sana doğru gitmeyen yollardan beni çevir. Nefsin isteklerinden beni kurtar.

Her zaman neşeli, mutlu her gittiğin yerde aziz ve muhterem olmak istiyorsan, her bakımdan temiz ol, doğrulukla yaşa, boş durma, bilgi öğren. Eğer bu şekilde ömür sürersen, insanların yol gösterenlerinin başında taç olursun.

Bu dünyada yaptığımız işin esası, özü, iyilik yapmaktır. Öyle ise yapabileceğin iyiliği yap. Zira bütün ömrün bir ana, bir nefese bağlıdır. Bu açıkça görünmektedir ki, sen bir an da olsun, ne iyilik yapabilirsen yap.
.
Kaynak: "Divan’ı Kebirden Seçme Rubailer", Mevlana: Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, (Şefik Can, Ötüken, 2006), s.425-474
.
.

6 Şubat 2015 Cuma

Divan Edebiyatından Gazeller

Bir cefâ-keş âşıkım ey yâr senden dönmezem
Hançer ile yüreğimi yar senden dönmezem

Aşkının yolunda ey meh kâmetin tek doğruyum
Olurum Mansûr-veş ber-dâr senden dönmezem

Mushaf-ı hüsnün hakıyçin ey dil-ârâmım benim
Ança kim bu tende cânım var senden dönmezem

Bülbül-i şeydâ idim saydına düştüm ey nigâr
Yanarım Mecnun kimi pür-nâr senden dönmezem

Rind-i rüsvâyî benim başımdadır sevdâ-yı aşk
Nâm u nengi koymuşum bâ-âr senden dönmezem

Âşıkım aşkın yolunda hasta gönlüm sırrını
Eylesen bin kez cefâ dil-dâr senden dönmezem

Günde bin kez ta'nesin nus eylerim nâ-keslerin
Çün Nesimîyim belî zinhâr senden dönmezem


Cânı terk itmek gerek bu evde cânân isteyen
Kahrı nûş itmek gerek derdine dermân isteyen

Ma'şûkun yolında âşık nâ-murâd olmak gerek
Ma'şûka vasl olmaya hicrinde pâyân isteyen

Ben ki ma'şûkun rızâsın isteyen buldum bu gün
Sâdıkü'l-kavl olmaya küfrine îmân isteyen

Ben bu sûret mülkünü kıldum harâb anın'çün
Genci buldısa aceb olmaya vîrân isteyen

Şems firâkı ağusın nûş eyle vasl-ı yâr içün
Hâr cevrini çeker şol gül-i handân isteyen


Gelmişem vahdet elinden aşk ile cihâna ben
İçmişem câm-ı ezelden olmuşam mestâne ben

Can uyandı cümle-i müşkillerim oldu ayân
Açtı dost gönül gözün bastım kadem irfâna ben

Gönlüme nûr-i tecellî dost cemâlinden doğar
Şem›ine pervâne oldum aşka yâne yâne ben

Çünki "kerremnâ benî âdem" dedi Kur'ân'da Hakk
Âyine ve sûret oldum cism ile ol câna ben

Çünkü bu sevdâyı yazmış dest-i kudret başıma
Onun için yok kararım düşmüşem cevlâna ben

Ey Sinânî aşk makâmı bes rızâ-yı Hakk dürür
Pâdişâhın hizmetinde durmuşam dîvâne ben


Olmadı âlem içinde bir nefes hürrem gönül
Olmadı bir lahza bî-gam olana hem-dem gönül

Her kime gönlüm gamın dedim gamından gam yedim
Galiba yoktur cihân içinde bir bî-gam gönül

Hâk-i âdem gam ile tahmîr oluptur galiba
Bî-gam olan olmaya cins-i benî-âdem gönül

Gussa-i devrândan bir dil halâs olmuş değil
Sen değilsin mübtelâ-yı gam hemân epsem gönül

Şâhid-i şâdî cemâlin arz ede bir gün ola
Böyle kalmaz gam yeme hâl-i cihân her dem gönül

Saltanat kavgasıdır Adlî seni dil-teng eden
Hırka-pûş olanda vardır var ise hürrem gönül

Ko raiyyet gussasını memleket kaygısını
Âkil isen hâlin anıp eylegil mâtem gönül



Kaynak:  Yağmur Dergisi

19 Ocak 2015 Pazartesi

Aşk


Tînet-i Âdemde konmasa eğer sevdâ-yı aşk
Cenneti bir dâneye satmazdı ol dânâ-yı aşk

Kenz-i mahfîden zuhûra geldi eşyâ lâ-cerem
Bâd-ı hubbiyle temevvüc etdi çün deryâ-yı aşk

Tâlib-i dîdâr olup ayılmaya tâ haşredek
Kim ki nûş ede ezel bezminde ger sahbâ-yı aşk

Aşk ü müşg olmaz nihân ânı bilir halk-ı cihân
Âşık-ı bî-çâreye mümkün müdür ihfâ-yı aşk

Bülbülün hâlin bilenler gûş ederler nâlesin
Bir gül-i bî-hâr içündür bunca hûy u hây-ı aşk

Aşk-ı Şîrîn oldu feryâdına Ferhâd'ın sebep
Ey nice dânâyı Mecnûn eyledi Leylâ-yı aşk

Ey Hüdâyî hâlet-i aşkı ne bilsin her meges
Kulle-i Kâf-ı hakîkat mürgüdür ankâ-yı aşk

Aziz Mahmut Hüdai
http://www.antoloji.com/ask-57-siiri/


İşidin ey yârenler
Kıymetli nesnedir aşk
Değmelere bitinmez
Hürmetli nesnedir aşk

Dağa düşer kül eyler
Gönüllere yol eyler
Sultanları kul eyler
Hikmetli nesnedir aşk

Kime kim vurdu ok
Gussa ile kaygu yok
Feryad ile âhı çok
Firkatli nesnedir aşk

Denizleri kaynatır
Mevce gelir oynatır
Kayaları söyletir
Kuvvetli nesnedir aşk

Miskin Yunus neylesin
Derdin kime söylesin
Varsın dostu toylasın
Lezzetli nesnedir aşk

Yunus Emre
http://www.antoloji.com/ask-1720-siiri/


Kevser-i ateş- nihadın adı aşk
Düzah-ı cennet -nümanın adı aşk
Bir lügat gördüm cünun isminde ben
Anda hep cevr ü cefanın adı aşk

Şeyh Galib
http://www.antoloji.com/kevser-i-ates-nihadin-adi-ask-kit-a-siiri/


Gönül kuşu eski yuvadan uçtu
Giden gelsin bizimle dost iline
Katerler bağlandı kafile göçtü
Giden gelsin bizimle dost iline

Aşk eseri olan karar bağlamaz
Yüreğinde derd olmayan ağlamaz
Bizi bu yerlerde kimse eğlemez
Giden gelsin bizimle aşk iline

Bir garibim adım sanım anılmaz
Yüreğimde yaram vardır onulmaz
Aşk deryası cuş eyledi yenilmez
Giden gelsin bizimle aşk iline

Leyl-ü nehar akar çeşmimin yaşı
Dost yoluna koyup can ile başı
Aşk ile geçelim dağ ile taşı
Giden gelsin bizimle aşk iline

Derviş Himmet aydır onu bilenler
Medhin okur anda varıp gelenler
Delilimiz oldu pirler erenler
Giden gelsin bizimle aşk iline

Kul Himmet
http://www.antoloji.com/gonul-kusu-eski-yuvadan-uctu-siiri/


Kurtulamam üç nesnenin elinden
Biri firkat biri gurbet biri aşk
Üçü bilmez birbirinin halinden
Biri firkat biri gurbet biri aşk

Aşktır beni sevda ile söyleten
Firkattir cevr ile sinem dağlayan
Gurbettir gözümden kanlar akıtan
Biri firkat biri gurbet biri aşk

Bahri gibi ummanları yüzdüren
Mecnun gibi sahraları gezdiren
Ferhad gibi dağlar başın kazdıran
Biri firkat biri gurbet biri aşk

Ben bilirim benim aklım şaşıran
Beni sevdiğimden cüda düşüren
Muhabbet deryasın baştan aşıran
Biri firkat biri gurbet biri aşk

Gevheri der dersim aldım hocadan
Okuyup hatmettim kara heceden
Koç yiğidi pir eyledin kocadan
Biri firkat biri gurbet biri aşk

Şair Gevheri
http://www.antoloji.com/kurtulamam-uc-nesnenin-elinden-siiri/


Resim: flickr.com

31 Aralık 2013 Salı

Mesnevi’den Pedagojik Telkinler

RÖPORTAJ: FAHRİ SARRAFOĞLU
Lise yıllarından itibaren sekiz kez okuduğu Mesnevi’nin iyi bir pedagoji kitabı olduğunu fark eden Yıldız Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Süleyman Doğan, tespitlerini kitaplaştırdı. Doğan, Mesnevi’deki hikâyeleri derlediği “Mesnevi’den Pedagojik Telkinler” kitabını öğrencilerinin ısrarı üzerine kaleme aldı.
Doğan’a yeni kitabı ile ilgili şu soruları sorduk:
Neden Mevlana’dan örnekler diye soruma başlamak istiyorum, Mevlana’yı seçmenizin önemli bir sebebi var mı?
Bir kere Mevlana içimizden biridir. İnsan önce kendini yani kendi dünyasına şekil veren şahsiyetleri bilmesi icap eder. Benim Aksaraylı olmam itibariyle de toprağımdan olan biri. Yani özel bir yakınlığımda var. Hiç şüphesiz Hz. Mevlânâ, dünyada farklı din ve kültür mensupları tarafından da tanınan ve kabul gören önemli bir ilim insanı. Eseri Mesnevi-i Şerif bugüne kadar birçok dile çevrilip, dünyanın çeşitli yerlerine ulaştı. Bu kıymetli kitap okuyucusunu kendi iç dünyasında bir yolculuğa çıkarır ve herkes onda farklı manalar bulur.
Peki, size göre Hz. Mevlana kimdir?
Hz. Mevlânâ’nın hoca yönü var. Birçok eğitimcinin de ondan alacağı pek çok ders var. Hz. Mevlânâ, Mesnevi’de özellikle insan yetiştiren öğretmenler için formüller vermiş. Mesela ok ve yay münasebeti. Hz. Mevlânâ öğrenciyi oka, hocasını ise yaya benzetiyor. Ok ve yay düzgün olmazsa hedefine varamaz, o yüzden hepsi düzgün olmalı diyor. Keza bal ve süt örneği de aynı şekilde. Öğrenciyi bala, hocayı da süte benzetip sütün içine karışan balın nasıl eridiğini anlatıyor. Dolayısıyla Mesnevi ve Divan-ı Kebir eserlerine pedagoji kitabı, Hz. Mevlânâ’ya ise pedagog denebilir.
Kitabınızdan anladığımıza göre Mevlana aslındı insanların önce kul ve insan olmasını öğütlüyor bunu biraz açabilir miyiz?
Mevlana gibi bir hazineyi istedim ki eğitim açısından da kendisinden öğrenmeğimiz pek çok şey var. Bunların başında kişinin önce kul ve insan olmasını öğütler. Mevlana’nın eserleri her seviyeden çocuklara okullarda hikayeleri açıklamalı olarak okutulabilir. Bizim ruh kökümüzü iyi tahlil eden ve problemlere karşı örneklerle hikaye edip çözüm öneren bir büyük âlim ve aşk adamıdır. Onun fikirlerinin sekiz asırdan beri taze, duru ve ilgi gösteriliyor olması onun yolunun ve membaının Hak’tan ve Hz. Peygamberimizden aldığı istikametin sonucu olduğunu bize gösterir.
Hikâyeleri seçerken neye dikkat ettiniz?
Bu kitap, uzun soluklu bir çalışmanın ürünüdür. Mesnevi’den hikâyeler seçerken, bir hayli zorlandığımı söylemek zorundayım. Zira hikâyeler, bazen bir yerden başlıyor ve hikâye içine hikâye giriyor. İç içe giren bazı hikâyeleri çıkartarak kısalttım. Çünkü 21. asırda ve internet çağında okumayla arası açılan günümüz insanları, uzayıp giden hikâyelerden bıkmakta ve hikâye okumaya fazla zaman ayıramamaktadır.
Kitapta hikâyeleri italik olarak cilt ve beyit numaralarıyla birlikte sonda verdim. Hikâyelere yorum, görüş, fikir ve telkinleri bu hikâye çerçevesinde yapmaya çalıştım. Mevlana yaşadığı dönemin iyi bir eğitimcisidir. Medresede, camide, sohbet meclislerinde hem öğretim faaliyetlerinde bulunmuş hem de manevî eğiticilik vazifesini yürütmüştür. Bütün yaşamı eğitim ve eğitsel etkinliklerle geçen Mevlana, bütün eserlerini de bu amaçla yani insanların eğitimine duyduğu ihtiyaç sebebiyle yazmış veya yazdırmıştır. Mesnevi’nin yazılış aşamasında da bu amaç açıkça görülmektedir. Özellikle öğretmen ve öğrencilerin istifade etmesi için yazılmıştır.
Bu yönüyle de Mesnevi didaktik bir eserdir. Bu kitap iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, “Mesnevi ve Pedagoji” başlığı altında Mesnevi’deki hikâyelerin eğitim metodu açısından tahlili ve Mevlana’nın eğitim yöntemi örneklerle açıklanmıştır. “Mesnevi Telkin” başlığını taşıyan ikinci bölümde ise, önce hikâyeye yer verilmiş, ardından da hikâyeye dair özgün düşünce, yorum ve fikirler ortaya konulmuştur.
Mevlana’nın mesnevisindeki ana amaç kişinin kendini bulması, kendisini tanıması diyebilir miyiz?
Hz.Mevlana insanın en uzun yolcuğunun şahsın iç yolculuğu olduğunu zikreder. Şahsi terbiyeye büyük önem verir. O ulu tasavvuf yolunun yolcusudur.
Mevlana, eğitimi bir ihtiyaç olarak gören ve eğitimin gücüne inanan biri olarak, eğitimcide bulunması gereken özellikler ve öğretim yöntemleri ile ilgili olarak ortaya koyduğu sürekli uygulama alanı bulabilecek görüşleri ile evrensel bir şahsiyet olma özelliği taşımaktadır. Mevlana modern eğitimde yer alan, “çocuğun benliğini öne çıkarma” düşüncesine ters düşmemektedir. Mevlana modern görüşten biraz daha ileri giderek, çocuğun gerçek benliğini yakalayıp öne çıkmasını istemektedir. Bu benlik, eğitim sayesinde kendini bulacak, eğitimin hür havasında, çocuğun bağımsızlık dünyasında kendini öne sürecektir.
Modern psikolojide “iç gözlem” metodu olarak adlandırılan bu metot Mevlana’da, kendini gözleme, kendini anlama ve kendini tanıma olarak yer alır. Kendine yönelme, nefisle mücadeleyi devreye sokma demektir. Kendi kendini terbiye etmenin en güzel ve geçerli yolu bireyin kendi nefsiyle mücadele etmesi anlamına gelmektedir. Kendi kendini eğitmenin bir yolu da kendi kusurlarını tespit etmektir.
Mevlana’da insan nasıl işleniyor, insanın önemi nasıl dile getiriliyor?
Mevlana, eğitimi ve eğitim uygulamalarını insan fıtratı üzerine bina etmiştir. Eğitimin merkezine insanı almış ve her şeyi ona adamıştır. Mevlana, Mesnevi’de eğitsel uygulamaların kişiye göre değişmesi üzerinde durmakta, eğitimin bireyselleştirilmesine şu cümlelerle dikkat çekmektedir. Çocuğa süt yerine ekmek verirsen zavallı yavruyu o ekmek yüzünden öldü bil. Sonra dişleri çıkınca, kendi kendine onun içi ekmek ister.
Henüz kanadı çıkmayan kuş uçmaya kalkışırsa bir yırtıcı kedinin lokması olur-gider. Mevlana, Mesnevî’deki bütün fablları, temsilleri, örnekleri, kıssaları, atasözlerini ve deyimleri eğitsel amaçlarla kullanmıştır. Bunlar konunun anlaşılmasını kolaylaştırmanın yanı sıra konuya renk katmakta ve sıkıcılığı bu yolla gidermektedir.
Kitap içinde özellikle anne-babalara dönük tavsiyelerimiz  var mı? Onların da sanırım mutlaka okuması gerekiyor ki içinde önemli bilgiler var...
Olmaz mı, elbette var. Modern bilim, yaşlılık ve çocukluk dönemini birbirine benzetir. İkisi de hassas ve kırılgan dönemlerdir. Yaşlılara şefkat ve merhametle muamele edilmeli. Çünkü bereket onların üzerindedir.” İnsanoğlunun yaşlandığında hürmet görmesi için çocuklarını yetiştirirken de dikkatli olması gerektiğini de savunuyor Doğan: “Şu zamanda kreş eken huzurevi biçer diye düşünüyorum. Çünkü bebek, anne sütü ve anne kokusuyla büyüyen bir varlık.
Yapılan araştırmalarda, insanoğlunun bir buçuk yaşını hatırladığı ortaya çıktı. Siz o yaştaki bir bebeği ağlamasına, istememesine rağmen işe gidip, kreşe bırakırsanız o zaman anne ve çocuk arasındaki o güçlü bağ gelişmez. Bu bağ kurulmadığı için de çocuk, kendi yaşadıklarının da vermiş olduğu hissiyatla ileriki yaşlarda anne ve babasını rahatlıkla huzurevine bırakır.
Mevlana’ya göre, insana en çok zevk veren metot gözlemdir. Kâinatın sahip olduğu estetik değeri ancak gözlemlerle görebileceğimizi belirten Mevlana, öğrencisine şu tavsiyede bulunur: “Güzelim sanatına bak, gönüllere gelen vahyini seyret. Tümden görüş ışığı kesil; ne gelirse bakış-görüş zevkinden gelir.” Bir şeyin aslı nazarî olarak anlatılamaz. Nazarî olarak anlatılırsa, o bilgiye dönüşmez, teori olarak kalır. Ama onu aslı gözlenirse, tüm şüpheler ortadan kalkar. Öyle ise gözlem, şüpheyi gideren çok önemli bir metot ve yoldur.
Sebepler zinciri, ancak gözlemle bizi kaynağa götürür. Eğitimciler, öğrencilerine gözlem yaparak görebilmeyi öğrencilerine öğretmelidirler. Mevlana, öğretmeni Tebrizli Şems’inden bunu istemektedir. Eğitimci öğrencisinin gözü ve görüşü olmalıdır. Mevlana, hakikate ulaşmak için gerçek olmayandan şüphe etmeyi doğru görmektedir. Descartes’ın ifadesiyle “metodik şüphe” diyoruz. Mevlana bunu asırlarca önce fark etmiş, bazen şüphenin insanı gerçeğe ulaştıracak yollardan biri olacağını savunmuştur.
Mevlana’nın eğitim anlayışında değişim hayatın bizzat kendisidir. Fert ve toplum olarak hayatı sürdürmenin, hayatta kalmanın canını teşkil etmektedir. Ona göre, değişime uğramayan ve değişime gönül vermeyen bir eğitim, fert ve toplumları yıkılmaya mahkûm eder, zehirler, kirletir ve karanlıklara gömer. Onun içindir ki Mevlana, baharın yeryüzüne getirdiklerinin bir benzerini eğitimin insan hayatında meydana getireceğini ısrarla savunmaktadır.
Değişim açısından eğitimin gücüne değinen Mevlana şu misali vermektedir: “Gübre bostanın gönlüne girip yok olur, pislikten kurtulur. Kavun veya karpuzun lezzetli olur ve lezzeti artırır. Sen de pislikten kurtulursan yücelir ve mutluluğa erersin.” Burada Mevlana eğitim yoluyla yanlış davranış sergileyen insanların doğru yola gelebileceğini işaret etmektedir
Kitap her yaşın okuması gereken bir kitap diyebilir miyiz bu arada gençlerin de elinden düşürmemesi gereken bir kitap hatta öğretmenlerimizin de özellikle okuması gerek...
Bu kitap her seviyeden insanların okuyup anlayacağım bir şekilde kaleme aldım. Elbette öğrenciler, öğretmenler ve ebeveynlerin de okuduğunda anlayacağı ve bundan ibret alacağı hikayeyi bulacaklardır. Sade bir dil kullandım ve adeta bir Mesnevi okuma kitabı gibi de algılanabilir.
“Mesnevî Kültürü” kültürümüzün temellerindendir. Eğitim, sanat, dinî ve sosyal hayatımızın hemen her safhasında Mesnevî ve Mevlana izlerini bulmak mümkündür. Mevlana’nın hemen her inancını dile getirirken kullandığı argümanlar, onun güçlü ve özlü bir bilgiye, derin bir hikmete, günlük hayattan sade ancak meselenin bamtelini yakalayan hassas bir çağrışım kabiliyetine, kuvvetli bir çözüm gücü ve duyguya, yer yer empatik, psikolojik tahlillere, derin bir sezişe, orijinal görüş ve buluş kudretine ve eleştirel bakış tarzına sahip güçlü bir sima olduğunu göstermektedir.
Kendine özgü, orijinal fikirlerinin yanında, genel çizgi itibariyle düşüncelerine İslam tasavvufundan referanslar gösterilebileceği kabul edilebilir. Kâinattaki varoluşu fena haliyle elde edilen birlik şuuruyla izah eder. Kötülük problemi karşısında tavrı ne tam optimist ne de tam bir pesimisttir.
O, kötülüğün realitesini inkâr etmemesine rağmen, kötülük ve iyilikle ilgili hükümlerimizin çoğunun izafi olduğuna dikkat çeker. İslam düşüncesindeki insanın sonsuzluk mahiyetini ruh kelimesiyle temsili Mevlana’da da görülmektedir. Mevlana da insanı makro âlemin, mikro bir nüvesi olarak görür ve onun potansiyelini ve hedefini sûfî düşüncesindeki insan-ı kâmil kavramıyla izah eder.
Son olarak okuyucuya dönük mesajımız nedir hocam?
Mevlana, Mesnevî’nin daha bağlanıcında insanın eğitime duyduğu ihtiyacı belirtir ve eserini bunun üzerine temellendirir. İnsan dünyaya bu hamlıkla ve noksanlıklarla gelir. Mevlana’nın amacı da bu eksikliklerin giderilmesi ve insanın hak ettiği değeri kazanmasıdır. Mevlana‘da eğitimin amacı, insanın eksikliklerini gidermesi ve sahip olduğu yetenekleri mükemmel hâle getirerek Allah’a yakın olmasıdır.
İslam bilgesi Hz. Mevlana, ölümsüz eseri Mesnevi ile asırlardan beri insanlığın aklını ve kalbini aydınlatıyor. Onun bilgi ve hikmetle yoğrulmuş ışığı, sayısız yazar ve ozana ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Günümüze kadar birçok dile çevrilen Mesnevi, evrensel değerler hazinesidir. Böylesine bir hazinenin insanlığa ahlak, eğitim ve pedagoji açısından yararlı olması için bu kitap yazıldı.
Mevlana’nın eserlerinden anlaşılıyor ki, kendisi iyi bir pedagog, Mesnevi adlı şaheseri de bir ahlak ve pedagoji kitabıdır. Mevlana, yaşadığı dönemin yenileyicisi ve etkin bir eğitimcisidir. Mevlana, yetkin kişiliğiyle medresede, camide, sohbet meclislerinde hem öğretim faaliyetlerinde bulunmuş hem de manevi eğiticilik vazifesini yürütmüştür.
Mevlana, eğitimin insanın yaratılış gerçeği üzerine kurulmasını, kişilerin tabiatlarındaki sanat ve hünerleri geliştirmesini ve onların olgun gönüllerinin hizmetine sunulmasını istemektedir. Mevlana iyi bir cemiyet adamı olması münasebetiyle eğitim ve iletişime olduğu kadar terbiye ve hoşgörüye de ayrı bir önem vermiştir. Mesnevi’den Pedagojik Telkinler isimli bu eserin kaleme alınmasındaki gayem; kişinin bu irfan hazinesinden gereği gibi zevk alması, ruhen aydınlanması, manen huzura kavuşmasıdır.




6 Kasım 2013 Çarşamba

Zaman Kavramı ve Yönetimi

Mehmet Gürbüz & Ahmet H. Aydın
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
KSÜ Sosyal Bilimler Dergisi 2012

ÖZET: Zaman, kâinattaki tüm cisimlerin hareketleri esnasında, birbirlerine göre konum
değişikliğinin olması için geçen süre dolarak tanımlanabilir. Genelde insanlar zamanı,
kendilerini etkileyen güneş sistemindeki gök cisimlerinin hareketlerine göre algılar.
Zaman, fiziksel zaman, biyolojik zaman ve psikolojik zaman olarak üçe ayrılabilir.

Birçok insan değeri ölçülemeyen zamanı tesadüfler ve şans faktörleri ile
kullanmaktadır. Bir bireyin, toplumun, örgütün vb. kurumların hangi meslekten olursa
olsun, başarılı olmasında zaman anlayışının büyük rolü vardır. Başarılı olmak için,
tasarruf edilemeyen, sadece tüketilip kaybedilen ve geri getirilmesi mümkün olmayan
zamanın etkili ve verimli kullanılması gerekmektedir. Bu gereklilik “zaman yönetimi”
kavramını ortaya çıkarmıştır. Zaman yönetimi, zaman içerisinde kendimizi meşgul
ettiğimiz faaliyetlerin yönetimi ve zamanı etkinlik dilimlerine başarılı bir şekilde
bölmektir. Bu çalışmanın amacı, zaman kavramını tartışarak zamanın öneminin
algılanmasını sağlamak ve zamanı yönetmek için neler yapılabileceğini ortaya
koymaktır

Makalenin tam metni:

25 Ekim 2013 Cuma

Ümit Meriç’le Rüya’lara Dair

Röportaj - Pınar DEMİR

—Hocam, rüyâ hakkında Değirmen Dergisi olarak bir özel sayı hazırlanıyor. Siz, Türkiye’de rüyâlarını 30 yıldan uzun bir süredir günü gününe kayda alan tek insansınız. Sizin rüyâ okyanusunuza bir maşrapa da biz daldıralım istedik. Nedir rüyâ?

—Teşekkür ederim. Soru güzel. Ancak cevabını ne kadar bildiğimi bilmiyorum. Zira elimde tek bir sağlam dal var: “Sadık rüyâlar, vahyin kırk altıda bir cüzüdür”. Sadece İslamiyet için değil, bütün dinler için rüyâ konusu özel bir öneme sahiptir. Asur, Pers, Hind, Mısır, İbrani ve Hıristiyan geleneğinde rüyâlar hep özel bir saygı ile hâlelidir. Tevrat’ta geleceği haber veren birçok rüyâ vardır. Eyüb (as) göğsünden çıkan bir merdivenle göğe yükselir ve kavminin geleceğini görür.Yusuf (as) Firavun’un rüyâsını yorumlar. Rab, Musa (as)’ya ve peygamberlere rüyâda görünür. Rüyâ tabirleri Doğu’da da, Batı’da da ehil kişiler tarafından yapılır. Tabirnameler yazılır: Mesela dişini düşmüş görenin ölüm haberi alacağı Doğu’da da, Batı’da da aynı şekilde yorumlanır.

Hind ve Çin tıbbı, asırlardan beri rüyâlar üzerinden giderek hastalıklara teşhis koymaktadır. Karaciğeri bozuk olan hasta, rüyâsında ot, tarla, orman görecektir. Rüyâdan hareketle vücuttaki hastalığa tanı koymak Batı tıbbında da vardır ama Asya’daki kadar ileri seviyede olmadıklarını Batılılar da kabul ediyor. Eski Yunan’ın sağlık tanrısı Esculabe’ın mabedinde, gece hasta rüyâya yatırılır ve gördüğü rüyâ üzerinden hastalığın tedavisi cihetine gidilir. Bize tuhaf geliyor ama Aristo’ya da tuhaf gelmiş. Aklı, Tanrısı olan Aristo, “Rüyâların çıkması bir tesadüftür. Çıkmayan rüyâları ne ile izah edeceksiniz?” derken, konuyu belki de Freud’a takdim etmiş olacaktır.

—Ben de sözü oraya getirmek istiyorum. İki asırdır Avrupa psikolojisi, rüyâlara ayrı bir önem veriyor. Freud ve Jung ilk akla gelen isimler.

—Doğru. Yalnız Freud’dan çok önce de Batı’da rüyalar üzerinde çalışılmıştır. Descartes, “uyurken dikkat yoktur, irade yoktur, dış algılar kesilmiş veya en aza inmiştir ama beyin ve sinir sistemi çalışmaktadır” der. Rüya ile sezgiyi ve halüsinasyonu birbirinden ayırır. Maine de Biran “Rüyâ Üzerine Yeni Düşünceler” de, Descartes’dan daha ileri gitmiş ve rüyâları dörde ayırmıştır.

—Batı’nın varsayımlarını geçip Freud’la Jung’a gelirsek…

—Freud meşhur bilinç-altı kavramı ile bizi bir bilinmeyenden başka bir bilinmeyene taşımıştır. Saham olmadığı için fazla girmek istemiyorum ama Viyana kökenli bir Yahudi olarak formüle ettiği Oidipus ya da Elektra kompleksi, nefsin en alt mertebesi olan nefs-i emmare ya da nefs-i levvame ya da nefs-i mülhime’ye yani avamın nefsine tekabül ediyor olsa gerek. Ama nefsin sıfatları burada bitmiyor ki. Dördüncü nefs’den yedinci nefse kadar Havas’ın nefsi var: Yedinci nefs ise nefs-i safiye, Havas’ül Havas. Herhalde nefsi tezkiye sürecinde-bunu bir düşünme konusu olarak soruyorum-nefs-i emmarede olanın rüyası ile nefs-i safiyyede olanın rüyası birbirinden farklı olacaktır.

—Rüyâ, uyku sırasında zihne gelen düşünce ve hayaller olduğuna göre, rüyâ görmeyen herhalde, hiç yoktur. Peki, kaç türlü rüyâ var?

—Türkçedeki rüya kelimesi, konuyu açıklamakta yetersiz kalıyor. Fransızcada rêve ve songe (rev ve sonj) olarak iki kelime var. Unutulmayan, anlatılamayacak kadar kopuk olan, müphem rüyalara “rêve”, anlatılabilen ya da yazılabilen rüyalara “songe” deniyor. Bu ikisinin dışında bir de yakaza hâli var ki, uyku ile uyanıklık arasında çok kıymetli andır. Rahmanî rüyalar, yani vahyin 46’da bir cüz’ü olan rüyalar, en çok o lahzada zuhur eder deniyor.

—Niye deniyor diyorsunuz? Bu söyledikleriniz ilmen isbat edilmiş şeyler değil mi?

—Batı ilmi rüyalar üzerinde çalışıyor ya da çalışmaya çalışıyor. Çünkü konu bir türlü ihata edilemiyor; yumak, çözüldükçe dolaşıyor. Rüya ilmi konusunda Jung, Freud’un talebesidir ama bence onu aşmıştır. Freud’un, kendi rüyalarını hep merak etmişimdir. “Kişi kendin bilmek gibi irfan olamaz”. Jung, önce uzun yıllar kendi rüyalarını tesbit etmiş, onlar üzerinde çalışmış, ondan sonra da binlerce rüya dinlemiştir. Rüya defteri bir-iki yıl önce basıldı. Kırmızı ciltli, kalın, kocaman bir kitap. Orada şöyle diyor: “Bütün teorimi gençlik yıllarında gördüğüm çok yoğun rüya dönemim üzerine kurdum”.

—Hocam, ben de rüya görüyorum, herkes gibi. Rüyanın bir zamanı var mı, uyku süresi içinde?

—Evet var. Şimdilerde birçok hastanede uyku laboratuarları kuruldu. Uyuma bozukluğu olanlar burada teşhis ve tedavi ediliyorlar. Zira uykunun da bir matematiği var. Diyelim ki gece 11’de yattınız. Aslında bu saat yatsı namazı sonrası ve beyinciğimizin uyuyalım diye hafif bir uyuşturucu olan andorfini salgıladığı, biz fanîlerin de esneyip uykuya geçmek istedikleri saat. Bu anı kaçırmamak lâzım. Çünkü bu uyku trenine binmezseniz, uyku treni bir daha ancak iki saat sonra vücut istasyonuna geliyor. Kitabı–Televizyonu kapattınız, sohbeti-muhabbeti noktaladınız ve uyudunuz diyelim. İki saatlik ilk uyku paketiniz başladı. Önce hafif uyku, sonra derinleşme ve en sonunda iyice diplere dalış ve uykunun rüyâ faslı. Rüyâlar, bu iki saatten dört tane olan sekiz saatlik uyku programlarının hep son çeyreğinde görülüyor.

—Diyelim ki ilk dörtte birin sonunda biri bizi biri uyandırdı. Saat 1. Teheccüt zamanı değil mi?

—Tebrik ederim. Eğer uyandırılırsanız, zihin ve vücut ilk çeyrekte dinlenmiştir ve rüyâ muhtemelen hatırlanacaktır. Uyandırılmadınız diyelim. İkinci iki saatlik program başlıyor. Gece saat 3’de bitecek olan bu bölümün sonu, gecenin son üçte biri, yani Rabbi’l Alemin’in dünya semasına nâzil olduğu, duaların kabul edildiği zaman. Bakın, ilmin tesbit ettiği uyku programı ile irfanımızın öğrettiği ibadet programı nasıl da çakıştı!

—Peki, fizyolojimizin rüyâlar üzerinde hiç etkisi yok mu?

—Olmaz olur mu? En çok hatırladığımız rüyâlar, vücut ve ruh olarak en çok dinlendiğimiz demlere denk geliyor. Rüyâda işitmekten çok görürüz. Tad ve koku alınan rüyâlar daha nadirdir. “Çok yedim, kabus gördüm”, “Sola yatmışım, kalbim sıkışmış, gece acaib sıkıntılı rüyâlarla uğraştım”… Açsak, -Ramazan’ın gündüz uykularında- doyuruluruz; susarız, kana kana su içeriz. Bunlar hep hayvani tarafımızın rüyâdaki tezahürleri. Bir gün önceki duygular gece rüyalarına refakatçi olur. İhtiyarlayınca, gençlik yılları hafızanın ambarında diplerde saklandığı için, daha sık görülür.

—Bu geniş kanatlı yolculuk için gerçekten çok teşekkür ediyoruz. Ama biz sizin 1978’den beri tuttuğunuz otuz cildi aşan rüyâ külliyatınızı da çok merak ediyoruz.

—Ben de ediyorum. XVII. yüzyılda yaşamış “çekingen bir mutasavvıfenin Rüya Derteri”nden sonra, bilmem bizim dünyamızda, böyle kayıt altına alınmış rüya var mıdır? Seneler önce bir tanıdığım, onları alıp, sınıflayıp yorumlayıp Sorbonne’da bir Psikoloji Doktorası yapmak istedi. Vermeye mezun değildim. Ama bu hazine-yi evrakı ne yapacağımı bilmiyorum. Evvelâ ben bile bütününü, başından sonuna kadar bir kere okumadım. Rabbimden gelen bir emanet gibi kabul ettiğim için kimseye de okutmuyorum. Boğaz’ın serin sularına mı yoksa bir fırının sıcak bağrına mı teslim etmem lazım. Ona da henüz karar vermedim.

—Hocam, mahremiyetinize saygı duyuyoruz. Ama hiç değilse, o gül bahçesinden, birkaç gonca gösterseniz.

—Rüyâlarımın hepsini aynı kategoriye toplayamıyorum. Çocukken de, her sabah kahvaltıda bütün ailem, benim rüyâlarımı dinlerdi. Anlatmadan duramazdım. Namaza başladıktan sonra, hemen çıkıveren birkaç rüya gördüm. “Aklımı mı kaçırıyorum?” diye korktum. Böylece yazmaya başladım. Kendimi aldatmış olmak istemedim. Sonra rüyalar canlandı, uyanıyorum, hayat rüya imiş gibi geliyor; rüyâlar, gerçek hayatmış gibi. Bazı gece hiç rüya görmem ya da unuturum. Bir gece konu ve eşhas farklı, on yedi tane rüya gördüm. Hepsini kaydettim. Bazen Rabbime, bir müşkülüm varsa, bana doğruyu göstermesi için niyâz eder yatarım. Tekrarlanan rüyâlarım var. Velhasıl, saymadım amma herhalde bu otuz üç yıl boyunca 10.000 civarında rüyâ görmüşümdür. İyi bir rakam.

—Sağ olunuz Hocam ve bol bol hayırlı rüyalar görmeye devam edersiniz inşaallah. Konuyu -şimdilik kapatırken- ne söylemek istersiniz?

—Belki de öldüğümüz yani hayat denen rüyadan uyandıktan sonra, rüyânın gerçek manasını anlayacağız. Hayırlı ömürler ve hayırlı rüyâlar niyazıyla

13 Eylül 2013 Cuma

Siyasi Düşünce Tarihimizde Batıcı Bir Aydın Olarak Celâl Nuri

Necmi Uyanık, Selçuk Üniversitesi

Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2004

ÖZET
II. Meşrutiyet’ten cumhuriyet dönemine geçiş sürecinde Celâl Nuri İleri önemli
bir Türk aydını karakterini temsil etmiştir.Osmanlının çöküş noktasına geldiği ve Türk
yenileşme tarihinin atlama noktasını teşkil eden bu dönem, batıcı bir aydın olan Celâl
Nuri’nin perspektifinden hareketle değerlendirilmiştir. Bu makalede öncelikle Celâl
Nuri’nin hayatı ve eserleri verildikten sonra, sırasıyla Osmanlı Devleti’nin gerileme
sebepleri, garpçılık-garp medeniyeti, Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Türkçülük gibi fikir
hareketleri Celâl Nuri merkezli olarak ele alınmış ve sonuca gidilmiştir.

Makalenin tam metni:

http://www.turkiyat.selcuk.edu.tr/pdfdergi/s15/uyanik.pdf

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page


 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı