21 Temmuz 2008 Pazartesi

Bürokratik Zihniyet ve AB Süreci

Temel İskit
Taraf, 15/7/08

Geçen hafta bir uluslararası sempozyumda konuşan Danıştay Başsavcısı, “Avrupa Birliği uyum sürecinde siyaset aracılığı ile Türkiye’nin gerçek yüzünün gösterilmediğini” ileri sürerek, AB’nin siyasi aktörlerle değil “ilgili kuruluşlarla” doğrudan bağlantı kurması gerektiğini söylemiş. Bu ifadelerinden Başsavcı’nın hükümetin kandırdığı AB’ye ülkemizin gerçeklerini öğrenmesi için doğru adresi göstermeye çalıştığını anlıyoruz.


Avrupa Birliği’nin aday ülke Türkiye ile ilişkilerinde birilerini “asıl muhatap” alması çağrısı tuhaf. Resmî ilişkilerde AB’nin yetkili organlarının muhatapları bellidir. Kaldı ki, bu süreçte resmî organların ötesinde AB üyeleri toplumlarıyla Türkiye toplumunun her alanda sıkı bir temas ve diyalog içinde bulunması aranır. Bütünleşmeden kasıt da budur. Bu tabloda, Başsavcı’nın aklındaki “tek asıl ve gerçek muhatap” olduğu anlaşılan bürokratik kurumlar zaten ancak teknik düzeydeki uyum çalışmalarında ve teknik müzakerelerde devreye girerler, yoksa toplumu ‘temsil etmek’ gibi bir işlevleri yoktur.


Değil katılma sürecinin işleyişinin, günümüzde uluslararası ilişkilerin -Kuzey Kore gibi ülkeler hariç- tek kanalla yürütülmediğinin bile fazla ayırdında olmadığını göstermesi bir yana, Danıştay Başkanı’nın ifadelerinin asıl önemi Cumhuriyet bürokrasisinin tüm geleneksel ‘akidelerini’ bir çırpıda hatırlatmasında.


Cumhuriyet’in elit bürokratına göre, devletin baş harfi büyük yazılır. Devlet her şeyin, özellikle bireyin üstündedir. Devleti bürokrasi temsil eder ve korur. Dolayısıyla, bürokrat halkın üstündedir. Zaten dokunulmazlıklarını ve ayrıcalıklarını bu nedenle hak eder.


Halkı temsil ettiğini iddia eden siyasiler aslında kendi çıkarını bilmeyen halkı aldatır. Siyasiler zaten sadece kendi çıkarını düşünür. Siyasilere güvenilmez.


Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünün ve laikliğinin tek garantisi bürokrasidir.


Siyasiler ülkeyi bölmek veya şeriatı getirmek isterler. Bu amaçlarına ulaşamamaları için siyasilere yanlış bilgi vermek, yetkilerini sınırlamak için her türlü vasıtayı kullanmak, yapmak istedikleri politika değişikliklerinin niçin imkânsız olduğunu anlatmak mubahtır. Bürokrasinin kurumları kendi aralarında sürekli yetki rekabeti içinde olsa da, siyasilere karşı yekvücut davranmaları esastır.


Asıl niyeti Türkiye’yi bölmek olan dış dünya ve özellikle AB’ye karşı tek sağlam durabilecek güç bürokrasidir. Demokrasi, insan hakları, bireysel özgürlükler, azınlık hakları gibi nazari konularla uğraşmayı adet edinen AB’ye asıl tehlikenin şeriat ve bölücülük olduğu ancak bürokrasi eliti tarafından anlatılabilir.


Türkiye’de her alanda olduğu gibi bürokrasi de -ne kadar dirense bile- demokratikleşme sürecinden nasibini almakta. Ama en tepedekilerin birçoğu hâlâ ‘bürokrasi egemenliğini’ hararetle savunuyor. Zaten, diyelim ki Danıştay Başsavcısı’nın hayali gerçekleşti, çağrısına cevap geldi, Avrupa Birliği için 28 Şubat Genelkurmay brifingleri gibi brifingler düzenlendi. Kimlerden neleri işitecek AB?


Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun 21 Mayıs 2008 bildirisini işitecek. Siyasilerin -darbe yapmış generalleri koruyan- bir anayasa yerine sivil bir anayasa yapamayacağını işitecek. Milletvekillerinin beşte dördünün anayasayı değiştirmeye hakkının olmadığını işitecek. Kurulun ‘engellenemeyen bir hızla yasalaştırılmasından’ esef ettiği değişikliklerin daha da Yüce Yargıçlarca iptal ediliverdiğini işitecek. Üniversitelerarası Kurul’un ‘parlamentonun üniversiteleri akılcılıktan uzaklaştıracak, Türkiye Cumhuriyeti’ni din devletine dönüştürecek’ yasa girişimini takbih eden 1 Şubat 2008 bildirisini işitecek. TSK’nın 27 Nisan 2007 e-muhtırasını bir kere daha dinleyecek. TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinin Türkiye’nin bekası için ne kadar yaşamsal olduğunu, yargı birliğini bozan askerî yargının ne kadar gerekli olduğunu işitecek. Bizzat Başsavcı’nın ağzından 27 Mayıs darbesinin faziletlerini dinleyecek, Başbakan idamının nasıl coşkuyla karşılandığını işitecek...


AB Kemalist değil. Bu sesler kulağına hiç de hoş gelmeyebilir. Neyse ki Türkiye bu sedalardan ibaret değil. Halkın ve siyasetin sesi giderek daha gür çıkıyor. Türkiye tam da bu nedenle üyelik sürecinde zaten. Sürecin bir yararı da bürokrasinin nihayet gerçek işlevini anlaması, halkın yetkisiz temsilcisi değil hizmet vereni olduğunun bilincine varması olacak.
.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page


 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı