Mehmet Nuri Yardım
Sanatalemi.Net
22.2.2009
Mimar Turgut Cansever vefat etti. 2008 yılının sonunda Cumhurbaşkanlığı Büyük Kültür Sanat Ödülü’ne lâyık görülmüştü. Bir yazımda Alaaddin Yavaşça ile Turgut Cansever’e verilen bu ödülün çok isabetli olduğunu belirtmiştim. Değerli sanatkârımıza bu ödül verilirken bir çok kişi adını yeni duydu. Hatta edebiyat ve sanatla uğraşan bazı kişilerin “Cumhurbaşkanı niçin bu şaire ödül verdi?” gibi garip bir soru sorduklarına şahit olmuştum. Onlar bu sanatçımızı ‘İkinci Yeni’ mensuplarından Edip Cansever ile karıştırmışlardı.
Turgut Cansever şöhretin peşinden koşan değil, sanatın ardından giden bir yolcuydu. Bundan dolayı çok fazla popüler bir isim olarak tanınmamıştı. Ama sanat, özellikle mimarî meraklıları adını saygı ve sevgiyle anarlardı. Milletinin değerlerine saygılı ama ‘hikmet’i nerede bulursa alıp gelen ve insanının hizmetine sunan bir gönül adamıydı. Günlerdir masamda İstanbul’u Anlamak isimli eseri duruyor. İz Yayıncılık’ın Bütün Eserleri dizisinin üçüncü kitabı. Kitabı okudum da, bazı notlar da aldım. Ama bir türlü fırsat bulup da Hoca hakkında yazı yazamadım. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ödül verdiği diğer iki isim, yani Yaşar Kemal edebiyat dünyasında, Alaaddin Yavaşça ise musiki camiasında hatta toplumda genel olarak tanınan şöhretli isimlerdi. Ama Turgut Cansever’i sınırlı sayıda kişi tanıyor, üstün hizmetlerini biliyordu. Ben de bunu hissettiğim için dünya çapında ünlü ama ne yazık ki ülkemizde az tanınan bu değerli sanatkârımız için bir yazı yazmak istedim. Hoca hayattayken bu mümkün olmadı, ama vefatından sonra herhalde bu yazıyı yazmak vacip oldu.
Turgut Cansever’in önce biyografisine bakmamız lâzım. Turgut Cansever 1921’de Antalya’da doğdu. 1946’da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarlık Bölümü’nü bitirdi. 1949’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde doktorasını tamamladı. 1950-51’de DGSA’da öğretim üyeliği yaptı. 1957’de İstanbul Belediyesi’nin planlama çalışmalarını yürüttü. 1960’ta doçent oldu. Aynı yıl ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde iki yarıyıl diploma projesi yöneticisi olarak görev yaptı. 1959 ve 1960’ta kuruluşunda bulunduğu Marmara Bölgesi Planlama Teşkilatı Başkanlığı’nı, 1961’de İstanbul Belediyesi Planlama Müdürlüğü’nü yürüttü. 1974’te İmar ve İskân Bakanlığı’nda danışmanlık, 1974-75’te İstanbul Metropol Planlama Dairesi’nde başkanlık yaptı. 1974-77 yılları arasında Avrupa Konseyi Türk Delegasyonu Üyeliği’nde bulundu. 1975-80 arasında İstanbul Belediyesi’nde, 1980’de Ankara Belediyesi’nde metropol planlama, yeni yerleşmeler, kent merkezleri ve koruma problemleri gibi konularda danışmanlık görevleri üstlendi. 1980’de Edirne Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi (bugünkü Trakya Üniversitesi) Mimarlık Bölümü’nde bir yarıyıl diploma projesi yönetti. 1983’te Mekke Üniversitesi’nde eğitim programını hazırlayan kurumun danışmanı olarak çalıştı, aynı yıl Ağa Han Mimarlık Ödülü için jüri üyesi seçildi. Çeşitli alanlardaki tasarım ve uygulamalarında modern mimarlığın meselelerine tarihî, çevre ve kültür değerlerine ağırlık vererek yaklaştı. Ankara’daki Türk Tarih Kurumu Binası, Bodrum’daki Ertegün Evi (1980) ve Demir Turizm Kompleksi (1992) ile üç kez Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne lâyık görülmesinin yanı sıra, çeşitli millî ve milletlerarası yarışmalarda dereceler aldı. Bir ara Mustafa Ruhi Şirin’le görüşmüştüm. Kurucusu olduğu Çocuk Vakfı binasının Osmanbey semtindeki Kiraz Sokak’taki binasının projesini Turgut Cansever yapmıştı.
Cansever’in yayımlanmış kitapları arasında Şehir ve Mimari, Ev ve Şehir, Kubbeyi Yere Koymamak, Şehir ve Mimari Üzerine Düşünceler, İslâm’da Şehir ve mimarî, ve İstanbul’u Anlamak bulunuyor. 2008 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri kapsamında mimari dalında büyük ödüle, 2007 yılında TBMM Üstün Hizmet Ödülü’ne ve 2005’te Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nce mimarlık dalında Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne lâyık görülen Cansever, 1999 Marmara depreminin ardından “İstanbul Deprem Çalışma Grubu”nu oluşturmuş ve “Depreme Karşı Yeni Şehir Üretimi Projesi”ni hayata geçirmişti. Cansever, Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü de 3 defa almıştı. Bir mimar hakkında arşiv değerinde belgelere dayanılarak hazırlanan ilk sergi olan “Turgut Cansever: Mimar ve Düşünce Adamı” başlıklı sergi, 2007 yılında İstanbul’da açılmıştı.
İstanbul’u Anlamak kitabının arka kapağında şu satırları okuyoruz:
“Kendine özgü bir düşünme sistematiğini yine kendine özgü bir sesle dile getiren Turgut Cansever, Tanzimat’la başlayan geleneğe rijit düşmanlık ile buna tepki olarak gelişen sözde muhafazakâr tavrın evliliği sonucunda verimsizleşen, kısırlaşan bir ortamda kargaşadan, gündelik hesaplardan uzakta kendi fikir ve sanat kozasını ören bilge bir mimardır. Kendisi duymak isteyenlerin bile zor fark edeceği seyreklikteki yazı ve konuşmalarıyla düşüncelerini kamuoyuna duyurmayı yıllardır büyük bir görev bilmişti. Onun İstanbul üzerine ortaya koyduğu metinler, bu görev bilincinin en parıltılı tecellilerinden birisidir.” (İstanbul’u Anlamak, Turgut Cansever, İz Yayıncılık, İstanbul 1998)
Turgut Cansever, mimarîye bir bakış getirebilen, yerli ve millî bir mimarînin nasıl olabileceğini anlatan, bunu düşünen ve yazan bir ‘bilge mimar’dır. Onun meşhur “manifestosu”nda sanata bakışını yakalıyoruz:
“Sanat eseri, varlık kâinat tasavvurunun yapılana yansımasıdır. Eserini ortaya koyarken aldığı her karar, sanatkârın varlık ve varlığın güçleri hakkındaki tasavvuruna göre şekillenir. Bu özellikleri ile sanat, din ve ahlâk alanında yer alır.
Biçim ve varlık tasavvurunun bütünlüğünün bilinci ile oluşan sorumluluk, tutarlılık duygusu ‘Beşer’i, ‘İnsan’a dönüştüren adımdır. Bu bakımdan mimarinin oluşturulması sırasında varlık sorunlarının hepsinin bütünlüğü ile göz önünde tutulması gerekir... Bu bütünlük, varlığın güçlerinin ve yasalarının toplamından başka bir şeydir. Hepsinden daha büyük ve yücedir. Var olan her şeyin var olmaya devam etmesini sağlayan da ‘O’dur.
En yüce varlığın, en büyük kudretin himayesine mahzar olmak İslâmî yaşama düzeninin ve kültürünün temel niteliklerini belirlemiştir. İnsan bu tavrını bilgi edinerek ve bilinçlenerek ortaya koyar ve çevresini bu tavrına göre düzenler. Bu düzenleme yeteneği ve sorumluluğu ile de yaratılmışların en yücesidir!” (Turgut Cansever, “Düşünceler” Mimar-Çağdaş Mimarlık Dergisi, Sayı 11, Turgut Cansever Özel Sayısı, Ankara 1983, s.5)
Turgut Cansever mimaride Sinan gibi bir dehayı yetiştirmiş bir milletin evladı olarak belli bir sanat anlayışına sahiptir. Bu sanat görüşü, dünya telakkisi ile de imtizaç etmiştir. Yani Cansever’in sanat anlayışını dünya görüşünden ayırmak mümkün değildir. O mimariyi bir medeniyetin ürünü olarak görür ve bu şekilde değerlendirir. Meselâ “Sonsuzluğa Çakılı Bir Yıldız Boğaziçi” başlıklı makalesinde dünyanın incisi Boğaziçi’ne bakarken onun tarih ile ilgili bağlantısını unutmaz:
“Boğaziçi, gerçekten Osmanlı kültürünün bütün geçmişbağlarıyla irtibatını ortaya koyar. Boğaziçi, bütün bu kültürel kontekst içerisinde Osmanlılar’ın dünyaya hediye ettikleri bir kültür hazinesidir.
Osmanlı evinde neredeyse suya elinizi uzatmak ve değmek mümkündür. Su üzerinde hayat çok önemlidir Boğaziçi’nde. Venedik’te gondollarda şarkı söylenir. Ama Hisar’ın anlattığı gibi bir koyda çalınan müziği dinleyenler onu bırakıp başka bir koydaki müziği dinlemeğe gitme imkânına Venedik’te sahip değillerdir. Çünkü kanallar yollar gibidir. Halbuki Boğaz, büyük bir sofa ve körfezler de onun odaları addedilmiş, böylece bu zengin yaşantı ortaya çıkmıştır. Boğaziçi’nin her semti bir yıldız gibidir.” (İstanbul’u Anlamak, s. 27)
Turgut Cansever mimarimizin temel hususiyetlerini anlatırken çağdaş mimari ile millî mimari arasında nasıl bir sentez yapılabileceğinin ipuçlarını da veriyor. Şehir mimarisi üzerinde kafa yoran Cansever, geçmişte yıkıma uğrayan camilerden söz eder ve bu ihmale, kasta, hatta ihanete dikkat çeker. Meselâ “İstanbul’un Geleceği” makalesine İstanbul’un muhtelif semtlerindeki mabetlerin durumu hakkında şöyle diyor:
“Bugün Fatih, Şehzade, Süleymaniye, Beyazıt, Sultanahmet gibi şehrin en büyük camilerinin çevresindeki iskân alanları seviyesiz çirkin yapılar ile işgal edildiği için bu eserler nerede ise cemaatsiz kalmışlardır. Bu oluşum bir zamanlar Dersaadet (Saadet Şehri) olan tarihî yarımadanın her gün 700-800 000 kişi tarafından çiğnenen bir yer haline geldiğini göstermektedir. Korunmak istenen bu tarihî yörenin her gün yüzbinlerce kişi tarafından çiğnenmesine son verilmesi, bu topraklardaki on asırlık kültürümüze en ufak bir saygımız var ise, toplumumuzun aslî ve âcil bir görevi olmalıdır.
Tarihî yarımadaya her gün çalışmak veya alışveriş yapmak için gelen yüzbinlerce kişiye yarımada dışında alışveriş merkezleri ve çalışma alanları vücuda getirilmeli, yarımadanın çiğnenmesine sebep olan şartlar ortadan kaldırılmalıdır.” (İstanbul’u Anlamak, s. 113)
Turgut Cansever sadece yapılar için proje çizen, mimarînin ruhunu iyi bilen bir sanatkâr değil aynı zamanda sanatı, duygu ve düşünce plânında yazan bir yazardır aynı zamanda. Şehir mimarisine ayrı bir önem veren Cansever, bu konuda yetkin makaleler de kaleme alır. İstanbul’un Boğaziçi, Fatih, Beyazıt gibi semtleri üzerinde durur.
Turgut Cansever İstanbul sevdalısıdır. Bu kutlu şehrin eski mimarisine da hayrandır. Dolayısıyla bu dokunun korunması gerektiği düşüncesindedir. Cansever’e göre mimariye günümüzde kısır bakışın temelinde çok başka faktörler rol oynamıştır. Kültür ve medeniyet tarihimizdeki yoksulluğun mimarimizi de etkilediği kanaatini okuyucularıyla paylaşır. İşte “İstanbul’un Geleceği Nasıl Olmalıdır?” başlıklı makalesinde bir bakıma Türk mimarisindeki yükseliş ve alçalış sebepleri üzerinde şu öz bilgileri veriyor. Mimari sanatındaki temel sıkıntıları ve çözüm yollarını da bu fikirler çok açık bir şekilde göstermektedir. İşte Turgut Cansever’e göre “niyet ve kararlılık”:
“Son bir asırdır Türk toplumunda etkili olan kısa görüşlülüğün, umursamazlığın, değerbilmezliğin, bilinçsizliğin ve duyarsızlığın yaptığı tahribat gözlerimizin önündedir. Bu insanlık dışı tavrın doğurduğu alışkanlık ve temayüller, maymunca taklitçiliklerin yarattığı felaketli durumdan hiç ders almadan güçlenerek devam etmektedir.
Dolayısı ile İstanbul’un geleceğini kurtarmak için en büyük engeli insanların ve toplumun bakış açılarının teşkil ettiği hatırlanmalı ve bu durumun dehşet verici sonuçlarından korkulmalıdır.
İyi bir gelecek, İstanbul’un 150 yıl evveline kadar olduğu gibi yeniden bir kültür ortamı, bir cennet olması, gelecek nesillerin insanca yaşama ve gelişmelerinin çerçevelerini teşkil etmesi için şehir gelişmesini yönlendiren olumsuz insani, kültürel etkenlerden ve konuları tarihî temel üzerinde bir geleceğe karşı sorumluluk ile ve bütünlük içinde ele almak hususundaki yeteneksizlikten, fetişist tutkulardan başka bir engel yoktur.
İstanbul’un kendi mevcut kullanılmayan, değerlendirilmeyen imkânları insanın seziş, disiplin ve geliştirici iradesi ile yönlendirildiği takdirde İstanbul’un meselelerini çözmeye yetecek niteliktedir. İstanbullunun yapma ve gelişme gücünün önündeki engellerin kandırılması ve çabaların ortak uzun vadeli amaçlara yönlendirilmesi gereklidir. Şüphesiz İstanbul’un meseleleri çok büyük ve çok karmaşıktır.Ve şüphesiz ki ileride bugün göremediğimiz pek çok yeni sorun ve engel ile karşılaşılacaktır. Ancak her şart altında, çözüm için de sayısız imkân vardır.
Çözüme bizi ulaştıran yolun ilk adımı bu yolu aşmak için NİYET etmiş olmak ve bunun KARARını vermektir. İyi bir gelecek ancak iyi şeyler yapılarak vücuda getirilebilir. Bu bakımdan mimarlık camiasının da İstanbul’un sağlıklı gelişmesini ve seviyeli mimarisini vücuda getirecek esasları ve meslek şuurunu hızla, en kısa zamanda geliştirmesi gereklidir.” (İstanbul’u Anlamak, s. 244-245)
Turgut Cansever Cumhuriyet devrinin iyi bir mimarı. Ama o kadar da değil, mimarimiz üzerine kafa yormuş bir mütefekkir, bir bilge sanatkârdır. Onu diğer mimarlardan farklı kılan, üstün yapan özellikle kendi kökleriyle bağ kurması, gelenekten beslenip geleceğe uzanma arzusudur. Öyleyse günümüzün genç mimarlarının önünde iyi bir örnek vardır: Turgut Cansever. Onlara düşen bu sıra dışı sanatkârı, bu erdemleriyle ve sanatıyla temayüz eden sanatkârı tanımak, anlamak, kavramak ve yolundan gitmektir. Başarıya giden yol biraz da muvaffak olmuş sanatkârların izini sürmekten geçmiyor mu?
Aziz sanatkârımızı, değerli mimarımızı rahmet ve saygıyla anıyoruz. Kabir nur, mekânı cennet olsun.
.
Turgut Cansever şöhretin peşinden koşan değil, sanatın ardından giden bir yolcuydu. Bundan dolayı çok fazla popüler bir isim olarak tanınmamıştı. Ama sanat, özellikle mimarî meraklıları adını saygı ve sevgiyle anarlardı. Milletinin değerlerine saygılı ama ‘hikmet’i nerede bulursa alıp gelen ve insanının hizmetine sunan bir gönül adamıydı. Günlerdir masamda İstanbul’u Anlamak isimli eseri duruyor. İz Yayıncılık’ın Bütün Eserleri dizisinin üçüncü kitabı. Kitabı okudum da, bazı notlar da aldım. Ama bir türlü fırsat bulup da Hoca hakkında yazı yazamadım. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ödül verdiği diğer iki isim, yani Yaşar Kemal edebiyat dünyasında, Alaaddin Yavaşça ise musiki camiasında hatta toplumda genel olarak tanınan şöhretli isimlerdi. Ama Turgut Cansever’i sınırlı sayıda kişi tanıyor, üstün hizmetlerini biliyordu. Ben de bunu hissettiğim için dünya çapında ünlü ama ne yazık ki ülkemizde az tanınan bu değerli sanatkârımız için bir yazı yazmak istedim. Hoca hayattayken bu mümkün olmadı, ama vefatından sonra herhalde bu yazıyı yazmak vacip oldu.
Turgut Cansever’in önce biyografisine bakmamız lâzım. Turgut Cansever 1921’de Antalya’da doğdu. 1946’da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarlık Bölümü’nü bitirdi. 1949’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde doktorasını tamamladı. 1950-51’de DGSA’da öğretim üyeliği yaptı. 1957’de İstanbul Belediyesi’nin planlama çalışmalarını yürüttü. 1960’ta doçent oldu. Aynı yıl ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde iki yarıyıl diploma projesi yöneticisi olarak görev yaptı. 1959 ve 1960’ta kuruluşunda bulunduğu Marmara Bölgesi Planlama Teşkilatı Başkanlığı’nı, 1961’de İstanbul Belediyesi Planlama Müdürlüğü’nü yürüttü. 1974’te İmar ve İskân Bakanlığı’nda danışmanlık, 1974-75’te İstanbul Metropol Planlama Dairesi’nde başkanlık yaptı. 1974-77 yılları arasında Avrupa Konseyi Türk Delegasyonu Üyeliği’nde bulundu. 1975-80 arasında İstanbul Belediyesi’nde, 1980’de Ankara Belediyesi’nde metropol planlama, yeni yerleşmeler, kent merkezleri ve koruma problemleri gibi konularda danışmanlık görevleri üstlendi. 1980’de Edirne Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi (bugünkü Trakya Üniversitesi) Mimarlık Bölümü’nde bir yarıyıl diploma projesi yönetti. 1983’te Mekke Üniversitesi’nde eğitim programını hazırlayan kurumun danışmanı olarak çalıştı, aynı yıl Ağa Han Mimarlık Ödülü için jüri üyesi seçildi. Çeşitli alanlardaki tasarım ve uygulamalarında modern mimarlığın meselelerine tarihî, çevre ve kültür değerlerine ağırlık vererek yaklaştı. Ankara’daki Türk Tarih Kurumu Binası, Bodrum’daki Ertegün Evi (1980) ve Demir Turizm Kompleksi (1992) ile üç kez Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne lâyık görülmesinin yanı sıra, çeşitli millî ve milletlerarası yarışmalarda dereceler aldı. Bir ara Mustafa Ruhi Şirin’le görüşmüştüm. Kurucusu olduğu Çocuk Vakfı binasının Osmanbey semtindeki Kiraz Sokak’taki binasının projesini Turgut Cansever yapmıştı.
Cansever’in yayımlanmış kitapları arasında Şehir ve Mimari, Ev ve Şehir, Kubbeyi Yere Koymamak, Şehir ve Mimari Üzerine Düşünceler, İslâm’da Şehir ve mimarî, ve İstanbul’u Anlamak bulunuyor. 2008 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri kapsamında mimari dalında büyük ödüle, 2007 yılında TBMM Üstün Hizmet Ödülü’ne ve 2005’te Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nce mimarlık dalında Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne lâyık görülen Cansever, 1999 Marmara depreminin ardından “İstanbul Deprem Çalışma Grubu”nu oluşturmuş ve “Depreme Karşı Yeni Şehir Üretimi Projesi”ni hayata geçirmişti. Cansever, Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü de 3 defa almıştı. Bir mimar hakkında arşiv değerinde belgelere dayanılarak hazırlanan ilk sergi olan “Turgut Cansever: Mimar ve Düşünce Adamı” başlıklı sergi, 2007 yılında İstanbul’da açılmıştı.
İstanbul’u Anlamak kitabının arka kapağında şu satırları okuyoruz:
“Kendine özgü bir düşünme sistematiğini yine kendine özgü bir sesle dile getiren Turgut Cansever, Tanzimat’la başlayan geleneğe rijit düşmanlık ile buna tepki olarak gelişen sözde muhafazakâr tavrın evliliği sonucunda verimsizleşen, kısırlaşan bir ortamda kargaşadan, gündelik hesaplardan uzakta kendi fikir ve sanat kozasını ören bilge bir mimardır. Kendisi duymak isteyenlerin bile zor fark edeceği seyreklikteki yazı ve konuşmalarıyla düşüncelerini kamuoyuna duyurmayı yıllardır büyük bir görev bilmişti. Onun İstanbul üzerine ortaya koyduğu metinler, bu görev bilincinin en parıltılı tecellilerinden birisidir.” (İstanbul’u Anlamak, Turgut Cansever, İz Yayıncılık, İstanbul 1998)
Turgut Cansever, mimarîye bir bakış getirebilen, yerli ve millî bir mimarînin nasıl olabileceğini anlatan, bunu düşünen ve yazan bir ‘bilge mimar’dır. Onun meşhur “manifestosu”nda sanata bakışını yakalıyoruz:
“Sanat eseri, varlık kâinat tasavvurunun yapılana yansımasıdır. Eserini ortaya koyarken aldığı her karar, sanatkârın varlık ve varlığın güçleri hakkındaki tasavvuruna göre şekillenir. Bu özellikleri ile sanat, din ve ahlâk alanında yer alır.
Biçim ve varlık tasavvurunun bütünlüğünün bilinci ile oluşan sorumluluk, tutarlılık duygusu ‘Beşer’i, ‘İnsan’a dönüştüren adımdır. Bu bakımdan mimarinin oluşturulması sırasında varlık sorunlarının hepsinin bütünlüğü ile göz önünde tutulması gerekir... Bu bütünlük, varlığın güçlerinin ve yasalarının toplamından başka bir şeydir. Hepsinden daha büyük ve yücedir. Var olan her şeyin var olmaya devam etmesini sağlayan da ‘O’dur.
En yüce varlığın, en büyük kudretin himayesine mahzar olmak İslâmî yaşama düzeninin ve kültürünün temel niteliklerini belirlemiştir. İnsan bu tavrını bilgi edinerek ve bilinçlenerek ortaya koyar ve çevresini bu tavrına göre düzenler. Bu düzenleme yeteneği ve sorumluluğu ile de yaratılmışların en yücesidir!” (Turgut Cansever, “Düşünceler” Mimar-Çağdaş Mimarlık Dergisi, Sayı 11, Turgut Cansever Özel Sayısı, Ankara 1983, s.5)
Turgut Cansever mimaride Sinan gibi bir dehayı yetiştirmiş bir milletin evladı olarak belli bir sanat anlayışına sahiptir. Bu sanat görüşü, dünya telakkisi ile de imtizaç etmiştir. Yani Cansever’in sanat anlayışını dünya görüşünden ayırmak mümkün değildir. O mimariyi bir medeniyetin ürünü olarak görür ve bu şekilde değerlendirir. Meselâ “Sonsuzluğa Çakılı Bir Yıldız Boğaziçi” başlıklı makalesinde dünyanın incisi Boğaziçi’ne bakarken onun tarih ile ilgili bağlantısını unutmaz:
“Boğaziçi, gerçekten Osmanlı kültürünün bütün geçmişbağlarıyla irtibatını ortaya koyar. Boğaziçi, bütün bu kültürel kontekst içerisinde Osmanlılar’ın dünyaya hediye ettikleri bir kültür hazinesidir.
Osmanlı evinde neredeyse suya elinizi uzatmak ve değmek mümkündür. Su üzerinde hayat çok önemlidir Boğaziçi’nde. Venedik’te gondollarda şarkı söylenir. Ama Hisar’ın anlattığı gibi bir koyda çalınan müziği dinleyenler onu bırakıp başka bir koydaki müziği dinlemeğe gitme imkânına Venedik’te sahip değillerdir. Çünkü kanallar yollar gibidir. Halbuki Boğaz, büyük bir sofa ve körfezler de onun odaları addedilmiş, böylece bu zengin yaşantı ortaya çıkmıştır. Boğaziçi’nin her semti bir yıldız gibidir.” (İstanbul’u Anlamak, s. 27)
Turgut Cansever mimarimizin temel hususiyetlerini anlatırken çağdaş mimari ile millî mimari arasında nasıl bir sentez yapılabileceğinin ipuçlarını da veriyor. Şehir mimarisi üzerinde kafa yoran Cansever, geçmişte yıkıma uğrayan camilerden söz eder ve bu ihmale, kasta, hatta ihanete dikkat çeker. Meselâ “İstanbul’un Geleceği” makalesine İstanbul’un muhtelif semtlerindeki mabetlerin durumu hakkında şöyle diyor:
“Bugün Fatih, Şehzade, Süleymaniye, Beyazıt, Sultanahmet gibi şehrin en büyük camilerinin çevresindeki iskân alanları seviyesiz çirkin yapılar ile işgal edildiği için bu eserler nerede ise cemaatsiz kalmışlardır. Bu oluşum bir zamanlar Dersaadet (Saadet Şehri) olan tarihî yarımadanın her gün 700-800 000 kişi tarafından çiğnenen bir yer haline geldiğini göstermektedir. Korunmak istenen bu tarihî yörenin her gün yüzbinlerce kişi tarafından çiğnenmesine son verilmesi, bu topraklardaki on asırlık kültürümüze en ufak bir saygımız var ise, toplumumuzun aslî ve âcil bir görevi olmalıdır.
Tarihî yarımadaya her gün çalışmak veya alışveriş yapmak için gelen yüzbinlerce kişiye yarımada dışında alışveriş merkezleri ve çalışma alanları vücuda getirilmeli, yarımadanın çiğnenmesine sebep olan şartlar ortadan kaldırılmalıdır.” (İstanbul’u Anlamak, s. 113)
Turgut Cansever sadece yapılar için proje çizen, mimarînin ruhunu iyi bilen bir sanatkâr değil aynı zamanda sanatı, duygu ve düşünce plânında yazan bir yazardır aynı zamanda. Şehir mimarisine ayrı bir önem veren Cansever, bu konuda yetkin makaleler de kaleme alır. İstanbul’un Boğaziçi, Fatih, Beyazıt gibi semtleri üzerinde durur.
Turgut Cansever İstanbul sevdalısıdır. Bu kutlu şehrin eski mimarisine da hayrandır. Dolayısıyla bu dokunun korunması gerektiği düşüncesindedir. Cansever’e göre mimariye günümüzde kısır bakışın temelinde çok başka faktörler rol oynamıştır. Kültür ve medeniyet tarihimizdeki yoksulluğun mimarimizi de etkilediği kanaatini okuyucularıyla paylaşır. İşte “İstanbul’un Geleceği Nasıl Olmalıdır?” başlıklı makalesinde bir bakıma Türk mimarisindeki yükseliş ve alçalış sebepleri üzerinde şu öz bilgileri veriyor. Mimari sanatındaki temel sıkıntıları ve çözüm yollarını da bu fikirler çok açık bir şekilde göstermektedir. İşte Turgut Cansever’e göre “niyet ve kararlılık”:
“Son bir asırdır Türk toplumunda etkili olan kısa görüşlülüğün, umursamazlığın, değerbilmezliğin, bilinçsizliğin ve duyarsızlığın yaptığı tahribat gözlerimizin önündedir. Bu insanlık dışı tavrın doğurduğu alışkanlık ve temayüller, maymunca taklitçiliklerin yarattığı felaketli durumdan hiç ders almadan güçlenerek devam etmektedir.
Dolayısı ile İstanbul’un geleceğini kurtarmak için en büyük engeli insanların ve toplumun bakış açılarının teşkil ettiği hatırlanmalı ve bu durumun dehşet verici sonuçlarından korkulmalıdır.
İyi bir gelecek, İstanbul’un 150 yıl evveline kadar olduğu gibi yeniden bir kültür ortamı, bir cennet olması, gelecek nesillerin insanca yaşama ve gelişmelerinin çerçevelerini teşkil etmesi için şehir gelişmesini yönlendiren olumsuz insani, kültürel etkenlerden ve konuları tarihî temel üzerinde bir geleceğe karşı sorumluluk ile ve bütünlük içinde ele almak hususundaki yeteneksizlikten, fetişist tutkulardan başka bir engel yoktur.
İstanbul’un kendi mevcut kullanılmayan, değerlendirilmeyen imkânları insanın seziş, disiplin ve geliştirici iradesi ile yönlendirildiği takdirde İstanbul’un meselelerini çözmeye yetecek niteliktedir. İstanbullunun yapma ve gelişme gücünün önündeki engellerin kandırılması ve çabaların ortak uzun vadeli amaçlara yönlendirilmesi gereklidir. Şüphesiz İstanbul’un meseleleri çok büyük ve çok karmaşıktır.Ve şüphesiz ki ileride bugün göremediğimiz pek çok yeni sorun ve engel ile karşılaşılacaktır. Ancak her şart altında, çözüm için de sayısız imkân vardır.
Çözüme bizi ulaştıran yolun ilk adımı bu yolu aşmak için NİYET etmiş olmak ve bunun KARARını vermektir. İyi bir gelecek ancak iyi şeyler yapılarak vücuda getirilebilir. Bu bakımdan mimarlık camiasının da İstanbul’un sağlıklı gelişmesini ve seviyeli mimarisini vücuda getirecek esasları ve meslek şuurunu hızla, en kısa zamanda geliştirmesi gereklidir.” (İstanbul’u Anlamak, s. 244-245)
Turgut Cansever Cumhuriyet devrinin iyi bir mimarı. Ama o kadar da değil, mimarimiz üzerine kafa yormuş bir mütefekkir, bir bilge sanatkârdır. Onu diğer mimarlardan farklı kılan, üstün yapan özellikle kendi kökleriyle bağ kurması, gelenekten beslenip geleceğe uzanma arzusudur. Öyleyse günümüzün genç mimarlarının önünde iyi bir örnek vardır: Turgut Cansever. Onlara düşen bu sıra dışı sanatkârı, bu erdemleriyle ve sanatıyla temayüz eden sanatkârı tanımak, anlamak, kavramak ve yolundan gitmektir. Başarıya giden yol biraz da muvaffak olmuş sanatkârların izini sürmekten geçmiyor mu?
Aziz sanatkârımızı, değerli mimarımızı rahmet ve saygıyla anıyoruz. Kabir nur, mekânı cennet olsun.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder