8 Haziran 2009 Pazartesi

Türkiye’de Kimlik Sorunları ve Demokratikleşme

.
E. Fuat Keyman, Koç Üniversitesi
Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi
Doğu Batı Düşünce Dergisi, Sayı: 41, s..217-230
Haziran 2007

.
1980’lerden, ama özellikle 1990’dan bu yana, yaşadığımız dünyada oluşan siyasal, ekonomik ve kültürel gelişmelerin ortaya çıkardığı en önemli değişim-noktalarından biri de, kültürel kimlik-temelli talepler ve çatışmalar olmuştur. 1980’lere damgasını vuran post-modernizasyon süreci içinde, 1990’lı yıllardan bugüne giderek ivmesi ve etkileri toplumsal yaşamın her alanında hissedildiği küreselleşme içinde, 1990’da Sovyetler Birliği’nin dağılması ve hegemonik güçler dengesine dayalı iki-kutuplu dünya siyasal sisteminin bitmesiyle ortaya çıkan Soğuk Savaş-sonrası geçiş dönemi içinde, ve son dönemde yaşadığımız, ve uluslararası ilişkilerde çok ciddi bir kırılma ve dönüşüm yaratan 11 Eylül terörü ve sonrası savaşa ve ülke işgallerine indirgenmiş dünya siyaseti içinde, kültürel kimlik-temelli taleplerin ve çatışmaların giderek yaygınlaştığını, engellenemez bir yükseliş eğilimi gösterdiğini, farklı siyasi stratejilerin hareket tarzını ve söylemsel içeriğini belirlediğini, ve akademik ve kamusal söylemin merkezî tartışma noktası konumuna geldiğini görüyoruz.2


1990’da Soğuk-Savaşın bitimi üzerine “liberal demokrasi-serbest pazar-birey” ilişkisinin ortaya çıkacak evrensel siyasi, ekonomik ve kültürel kodunu yaratacağı, ve bu anlamda “tarihin sonu dönemine” girdiğimiz önermesini yapan Francis Fukuyama’nın öngörülerinin tam tersine, yaşadığımız son on beş yıl, kültürel kimlik talepleri ve çatışmaları ekseninde oluşan, giderek güçlenen ve dünya siyasetinin işleyişine damgasını vuran “farklılıkların yaşama geçirilmesi ve tanınması” mücadelesini içermiştir.3 Bu bağlamda da, dinsel, etnik, kültürel, cinsel v.b. temellerde ortaya çıkan kültürel kimlik taleplerine ve çatışmalarına gönderim yapmadan yaşadığımız dünyayı anlamamız, ve aynı zamanda bu taleplere ve çatışmalara uzun dönemli kalıcı çözümler bulmadan istikrarlı ve güvenli bir dünya düzeni olasılığından konuşmak, artık olanaksızdır. Bugün kültüre kimlik olgusuna, yaşadığımız dünyada, “sistem-kurucu ve sitem-dönüştürücü bir toplumsal gerçeklik” olarak yaklaşmak gereksinimi içindeyiz. Bir toplumsal gerçeklik olarak kültürel kimlik olgusu ve yarattığı tanınma siyaseti, yaşadığımız dünya içinde, ikincil öneme sahip, etkileri marjinal, siyasi ve ekonomik alanların gölgesinde yaşayan, ve bu alanların bir türevi olarak ortaya çıkan ve hareket eden bir oluşum olarak ele alınamaz, ve ele alınmamadır. Aksine, kültürel kimlik olgusuna ve tanınma siyasetine, sistem-kurucu ve sistem-dönüştürücü bir toplumsal gerçeklik olarak yaklaşmak, istikrarlı ve güvenli bir dünya düzeni olasılığı için bu olguyu anlamak ve ürettiği siyasete uzun dönemli kalıcı çözüm üretmek gereksinimi içindeyiz.


1980’ler, özellikle 1990’lardan bugüne Türkiye deneyimi de, dünya ölçeğinde oluşan bu gerçeklikten bağımsız olmamıştır. Bu dönem içinde, özellikle dinsel ve etnik temelde, ama aynı zamanda cinsel, kültürel v.b. yaşam alanları içinde oluşan kültürel kimlik talepleri ve çatışmaları, ve bu temelde ortaya çıkan farklılıkların yaşama geçirilmesini amaçlayan tanınma siyaseti, Türkiye’de de sistem-kurucu ve sistem-dönüştürücü bir nitelik içinde hareket etti.4 Kültürel kimlik olgusu bir toplumsal gerçeklik olarak yaşamın her alanında hissedildi, ciddi kırılmalara, değişim ve dönüşümlere yol açtı. Kültürel kimliğe sistem-kurucu ve sistem-dönüştürücü nitelik veren bu değişim ve dönüşümleri dört ana başlıkta toplayabiliriz:5

.
(i) Türkiye’de modernleşme sürecinin devlet-merkezci ve yukarıdan-aşağıya hareket tarzı, kültürel kimlik talepleri ve çatışmaları ekseninde ciddi bir eleştirel çözümlenme, sorgulanma ve yeniden-yapılanma girişimlerine sokuldu. Modernleşme krizi olarak niteleyeceğimiz bu sorgulanma ve yeniden-yapılanma süreci, ve bugün modernleşmeyi kültürel kimlik olgusuna ve tanınma siyasetine gönderim yapmadan düşünme ve tartışma olasılığının hem kuramsal hem de siyasal düzeylerde ortadan kalkması, bize kültürel kimliğin bugün sistem-kurucu ve sistem-dönüştürücü bir nitelik kazandığını göstermektedir.

.
(ii) Benzer olarak, özellikle İslami kimliğin yükselişi ve Kürt sorunu temelinde yaşadığımız, kültürel kimliğin siyasallaşması ekseninde oluşan çatışma ortamı, Türkiye’de siyasal alanın da son yıllar içinde, ve özellikle 1990’larda, büyük ölçüde “tanınma siyaseti”nin merkezi konumunda örgütlenmesini yaratmıştır. Demokratikleşme ve çok-kültürlülük taleplerinden etnik ve dinsel mikro milliyetçiliğe, ideolojik kutuplaşmalardan parti kapatmalara, askeri müdahalelerden düşük yoğunluklu savaş ortamına kadar çok geniş bir yelpaze içinde, son çeyrek asırda kültürel kimlik talepleri ve tanınma siyaseti siyasal alanın hareket tarzını belirlemekte, ve bu alan içinde yaşanan yönetim, temsil ve meşruiyet krizinin, istikrarsızlığın ve güvenilirlik sorununun temel etkenlerinden biri işlevini görmektedir;

.
(iii) Bu dönem içinde, ekonomik yaşam alanı da kültürel kimlik talepleri ve çatışmalarından, ve tanınma siyasetinden etkilenmiştir. Ekonominin küreselleşme sürecinde ekonomik İslam’ın giderek artan rolünden, Kürt sorunu temelinde yaşanılan düşük yoğunlu savaşın ekonomiye olumsuz etkilerine kadar, bugün ekonomi ile kültürel kimlik olgusunu ilişkisel düşünmek gereksinimindeyiz. Türkiye’de ekonominin yeniden-yapılanma sürecinde, hem makroekonomik istikrarın sağlanmasının, hem de son yıllarda ciddi ve artık göz ardı edilemez bir konuma gelen işsizlik, yoksulluk, açlık temelinde yaşanılan sosyal adalet sorununa yapısal çözüm bulunmasının anahtar kavramı olan “sürdürülebilir ekonomik kalkınmayı” kültürel kimlikten bağımsız düşünmek bugün artık olanaklı değildir;

.
(iv) Kültürel yaşam alanı içinde kimlik olgusu farklı düzeylerde ve bağlamlarda, son yıllarda çok önemli etkiler yaratmış, ve merkezi bir soru(n) olarak karşımıza çıkmıştır. Bireysel/grupsal hak ve özgürlüklerden toplumsal benlikle ilgili ahlaki norm ve etik kodlara, bireysel yaşam tarzı tercihlerinden kolektif tüketim kalıplarına, popüler kültürden yüksek kültüre kadar geniş bir alanda, ve mikro düzeyde günlük yaşam pratikleri içinde ve makro düzeyde devlet-toplum/birey ilişkilerinin düzenlenmesinde sembolik ve sosyal sermayenin giderek artan rolü ve önemi içinde, kimlik olgusu kültürel yaşam alanı bağlamında da, sistem-kurucu ve sistem-dönüştürücü bir etki yaratmıştır. Kimlik-farklılık ve benlik-öteki ilişkileri, kültürel yaşam alanı üzerine yapılan akademik ve kamusal çalışmaların, tartışmaların ve çözümlemelerin, temel gönderim-noktası konumuna yükselmişlerdir...

.
Makalenin tam metni için tıklayınız.


.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page


 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı