10 Mart 2013
Tarih profesörü ve Taraf Gazetesi yazarı Halil Berktay, barış sürecinden
umutlu olduğunu söylüyor.
Bu dönemde herkesin konuşmadan önce
içinden yüze kadar sayarak düşünmesi gerektiğini hatırlatan Berktay, bir aralar
kendisinin de içerisinde bulunduğu Aydınlık Hareketiyle ilgili özeleştirilerde
bulunuyor, “Türk solu, PKK’ya hep ‘Helal olsun bizim yapamadıklarımızı
yapıyorlar’ şeklinde yaklaştı.
”İzmir'de, neredeyse bütün fertleri
komünist olan bir ailede dünyaya geldiniz. İdeolojik anlamda en çok babanız
Erdoğan Berktay'ın mı etkisi oldu üzerinizde?
Avukat olan babam, kendi kuşağının en
kaliteli Marksist entelektüellerinden biriydi. İnsanlık tarihi üzerine kafa
yoran, sosyalizmi dünya tarihi bağlamında anlamaya çalışan bir insandı. Babam,
1951-52 tevkifatında tutuklanıp değişik illerde hapis yattı, avukatlık hakkı
elinden alındı. Cezası bitince İzmir'de bir kitabevi açtı. Bu kitabevi, İzmir
entelektüellerinin uğrak yeri haline gelmişti.
Ailenin komünistliği büyük babanızdan
geliyor sanırım…
Tabii. Büyük babam Halil Namık
Berktay'ı ben 10 yaşıma kadar tanıdım. Dedem, çağına göre çok demokrat
birisiydi. Tam anlamıyla bir İttihatçı değildi çünkü İttihatçı olmak için biraz
fazla demokrattı! Çok hoşgörülü, çok yumuşak ve agnostik bir insandı... (Allah'ın
varlığının bilinemeyeceğini ileri süren felsefi akım) Onun evde yarattığı
demokrasi ve hoşgörü ortamının babam ve amcalarım üzerinde büyük bir etkisi
oldu. Hepsi de derece derece solcu, komünist oldu.
Robert Koleji'nin bitiriyor,
üniversite okumak için 1968'de ABD'ye gidiyorsunuz. Komünistten ziyade bir
‘burjuva ailesi' sanki sizinkisi…
İzmir'de ilkokulu bitirmeye yakın
Robert Koleji sınavlarının olduğunu duydum, başvurdum ve burslu olarak
kazandım. Yale Üniversitesi'ne de tam bursla gittim yoksa mümkün değildi
okumam. ABD'de kaldığım 5 yıl boyunca ailemden çok az para almışımdır.
Yale Üniversitesi'nde George W.Bush
ile aynı dönemde okudunuz. Tanışıyor muydunuz kendisiyle?
Evet, kendisiyle teorik olarak sınıf
arkadaşıyız! Bu durum, benim yakın arkadaşlarım arasında ciddi bir espri
konusudur. “Halil, Bush ile sınıf arkadaşı!” derler. Tabii, Bush ile
birbirimizi tanımamız mümkün değildi çünkü her dönemde 1.500 örgenci vardı ama
şunun farkındaydık; Yale'de bir zengin güneyliler grubu vardı. Bush da o grubun
içerisindeydi muhtemelen. Zaten Bush, liberal Yale Üniversitesi geçmişinden
nefret ederdi. Sanırım o ortamda alkolik olmuştu. Gırgır konusu olan şu: Bush,
Yale'den 70,2 diploma notu ile mezun olmuş. Yani ucu ucuna kurtarmış. “ABD
cumhurbaşkanı olmak için 70 ortalama lazım!” derler.
Siz kaç ortalama ile mezun olmuştunuz?
Ben biraz fazla çalışkandım sanırım.
İlk 10'daydım ve 92 ortalama ile mezun oldum!
Türkiye'ye döndükten sonra Aydınlık
hareketi içerisinde yer alıyorsunuz. Doğu Perinçek ile tanışmanız da aynı
döneme rastlıyor değil mi?
Evet, o dönemde tanıştım. Şahin
Alpay'ı zaten Robert Kolej'den tanırdım, iyi arkadaşımdı. Ben Türkiye'ye
döndükten sonra Aydınlık Dergisi yazı kurulu ile ilişkimi de kuran Alpay'dır. O
vesileyle Perinçek'le de tanıştım.
Bugünden geriye bakınca Şahin Alpay'a
hiç ah ediyor musunuz?
Hayır, ah etmiyorum. Solculuk,
komünistlik ve Maoculuk hayatım içerisinde kişisel olarak yaptığım çok fazla
sayıda hıyarlık var. İşte onlara pişmanım. Teorik bakımdan çok militandım.
Aydınlık hareketi içerisinde geçen şöyle böyle 20 yıl içerisinde teorik
tartışmalarda, günlük hayatta, parti içinde, örgüt içinde insanlara yapmış
olduğum, bireysel anlamda çok fazla kabalık, çok fazla hoyratlık var. İşte
bunlardan dolayı pişmanım.
Bir örnek verebilir misiniz?
Saymakla bitmez! Geceleri aklıma
geliyor. Bunları unutmuyorum. Mütehakkim bir üslupla, ukalalık, insanlara
yukarıdan bakmalar... 20'li yaşlarda bu tür kabalıklar ve hıyarlıklar çok fazla
oluyor. Bunlar aradan bu kadar yıl geçmesine rağmen gündüz mesela olmadık bir
iş yaparken aklıma geliyor. Geceleyin uykuya dalmadan önce ya da ne bileyim
banyoya gitmek için kalktığımda aklıma geliyor. Herhangi birine yaptığım bana
bugün son derece ilkel, eğreti ve yadırgayıcı gelen davranışlar aklıma geliyor
ve bunlar bana çok acı veriyor. Bunlara çok pişmanım. Bunlar benim özel
hamlıklarım olduğu için çok üzülüyor ve utanıyorum.
İyi derecede İngilizce bildiğiniz için
Maocu hareketle ilgili çok sayıda makale tercüme edip dikkat çeken yazılar
kaleme aldınız o dönemde. Böylesine ön plana çıkışınız örgüt içerisinde bir
rahatsızlığa neden oldu mu?
Olmuştur herhalde. Şu var, tabii
öğrenci ve genç bir entelektüel olarak genç bir insandım. Yabancı dil
hâkimiyetim çok fazlaydı. Marksist ve Leninist teoriye içeriden bir hâkimiyetim
vardı. Aynı zamanda çok da ukalaydım maalesef. Özel bir kabalığım yoktu. Teorik
tartışmalarda pek çok arkadaşım beni gıcık buluyordu sanırım. Daha geçen gün
çok eski arkadaşım Oral Çalışlar'la bir araya geldik. Laf arasında bana, “Yani
gıcık olduğunu biliyoruz ama bu konuda haklısın.” dedi! (Gülüyor)
Türkiye'de sağ hareket kendini iyi
ifade edemediği için 12 Eylül öncesinde şiddetin kaynağı olmakla suçlandı hep.
Sol ise mağdur olduğunu iddia etti ve böyle bir algı oluşturmakta da başarılı
oldu. Darbe öncesinin sol örgütleri ne derece masum?
Sol hareketin dünya üzerinde baskıya
uğradığı, ezilenleri temsil ettiği ve buradan kaynaklanan bir mağduriyet
duygusu var. Gerçekçi olursak, sürekli bu mağduriyeti vurgulayarak hiçbir yere
varmak mümkün değil. Mağduriyet otomatik olarak sizi haklı kılmıyor. Solun
mağduriyet duygusunu kendi başvurduğu yöntemlerin haklılığı fikrine taşıması
var. Yani kendi şiddetini haklı görmesi durumu var. Tabii bir de Marksist
devrim teorisinden gelen bir şiddet algısı var. Haklı şiddet teorisi uzun
yıllar önce geçerliliğini yitirdi. Bugün DHKP-C'nin oraya buraya bomba atması,
silahlı eylemler yapması çok komik. İşte bu yüzden solun haklı savaş, haklı
şiddet kavramını tekrar gözden geçirmesi gerek.
Aydınlık dergisi 1980'lerin ikinci
yarısından sonra PKK'ya adeta övgüler sıralıyor. Türk solunun PKK'ya duyduğu
sempatinin milat noktası Aydınlık dergisi midir?
Türkiye'de 1960'lar ve 70'lerde çok
yoğun olarak yaşanmış radikallik yarışları var. Kim daha kızıl, kim daha
savaşçı, kim daha doğru devrimci şiddetten yana yarışları var. Türk solunun
çeşitli kesimleri derece derece silahlı mücadelenin teoriğiyle ya da pratiğiyle
flört ettiler. Türk solunun yapamadığı ve yapmaya çalışırken altında ezildiği
illegal devrimci mücadeleyi Kürt milliyetçi hareketi yaptı. 1985'te Kürt
savaşını geliştirmeye başladığından beri PKK, iki üç nedenle Türk solu için bir
cazibe merkezi haline geldi. Türk solu, PKK için, “İşte bizim ahımızı
alıyorlar” şeklinde gördü. Bizim yapamadığımızı yapıyorlar, helal olsun dediler.
Birçok sol örgütten ayrılıp PKK'ya katılanlar oldu.
Doğu Perinçek, tam bu noktada nasıl
bir rol oynadı?
Doğu Perinçek, 1980'lerin ikinci
yarısından sonra Türkiye'de devrimci bir krizin olduğunu kanıtlamak için
PKK'nın varlığına başvurdu. Bu yüzden PKK'nın gücünü abarttı ve göklere
çıkardı. Sadece Maocu hareketin çöplüğünün horozu olarak kalmakla yetinmedi
'ben acaba daha büyük bir çöplüğün horozu olabilir miyim' diyerek Abdullah
Öcalan'la ittifak aradı. Çok çok ihtiraslı. Çok mütehakkim, hep böyle iktidar
peşinde, lider olmak peşinde koşan ve bunun için kendisine özel bir konum
arayan bir insan düşünün. Bu insan 1969'dan 1980'lerin ikinci yarısına kadar bu
özel konumunu Maoculuk olarak tanımlamış. Ancak bu ideolojiyle bir yerlere
varamayacağını anlayınca yeni bir niş arıyor, bu da PKK. İşçi Partisi'yle
PKK'nın bir ittifakını sağlayabilir miyim? PKK'nın gücünü bir şekilde
kullanmaya, Abdullah Öcalan'ı kafalamaya çalıştı ama başaramadı.
Sizin bir uyarınız oldu mu kendisine,
aranızda nasıl bir ilişki vardı, önder-militan ilişkisi mi, yoksa daha farklı
bir durum muydu?
Hayır, konum olarak eşittik. Her türlü
pespaye demagojiye başvurdu. Çok aşağılık bir yalan attı ortaya, “Dağda her
gerilla ölünce Halil seviniyor.” dedi. Utanç vericiydi. Yalan olduğunu bile bile
söyledi. Çok yalan söyler. Kendi kendini ikna eder. Hitler-vari bir karakteri
vardır. Bu dönemde, Beka Vadisi'ne, PKK taburlarını denetledi ama Apo hiç oralı
olmadı. Ahmet Arif'in şiirinden mülhem, “Dağlarında gerilla var memleketimin.”
şeklinde yazılar yazacaksın sonra 180 derece çark ederek ulusalcı, Kemalist
olacaksın…
Nasıl bir karakteri var? Psikolojik
olarak tahlil edebilir misiniz?
Çok zor. Stalin gibi bir karakteri
var. İnsanlarla kedi fare oyunu oynamaktan hoşlanıyor. Nasıl tarif edebilirim
bu kişilikleri! Sen on yıllar boyu bir ideolojiyi savunacaksın, 'Kemalizm
Türkiye'de bitmiştir' diye yazılar yazacaksın ondan sonra 180 derece çark
edeceksin, orduyu göreve çağıracaksın… Bu derece militarist ve darbeci
kesileceksin. Kendini de hiçbir zaman sol ve sosyalist çizgiden sapmamış
göreceksin. Bugün ise AK Parti'yi Apocu teröristlerle uzlaşıyor diye ihanetle
suçlayacaksın. Bunlar, aklın hayalin alacağı şeyler değil…
Perinçek içeri alındığında ne
hissettiniz?
Amerika'daydım. Bir arkadaşım
Ergenekon'dan içeri alındığını söyledi. Galiba içimden geçenler şunlar oldu: Bu
derece de batmış demek ki, dedim. Teori dergisinde Aydınlık'ta emekli
generaller yazı yazıyor, bu komik olayları biliyoruz. Veli Küçük yazı
yazıyordu. Birçokları bu kadarını kaldıramadı ve ayrıldı. ‘Kim bilir ne kadar
battı?' diye düşündüm. Biraz da tabiatını bildiğim için ne kadar battığını
tahmin ettim.
2005 yılındaki Ermeni Konferansı'na
katıldığınız için çok sayıda tehdit mailleri aldınız. Size mail atanlardan biri
de emekli Albay Hüseyin Vural Vural'dı. Bu şahsın ismi daha sonra Ergenekon
iddianamesine yansıdı, yargılandı? Bu bir tesadüf mü sizce?
Bu ismi hatırlamıyorum ama atmıştır.
Çok sayıda küfür ve tehdit maili aldım. Şimdi mailler klasörler halinde
duruyor. Bunlardan bir kitap yapmayı düşünüyorum. Birçoğuna cevap yazdım.
Radikal milliyetçilik nedir, bunun görülmesini istiyorum. Öyle mektuplar var ki.
İnsanlar, “Siz karıncaincitmez Türk halkına böyle bir katliamı nasıl
yakıştırırsınız?” diyor arkasından da şunları yazıyorlardı: “Onları
öldürdüğümüz gibi sizi de öldüreceğiz!”
12 Mart sonrasında Aydın Söke'ye
gidiyor ve köylülerle birlikte yaşıyorsunuz. Dünyanın en önemli
üniversitelerinden birinden mezun olan bir genç için zor olmadı mı bu yaşam
tarzı?
Köylü olmaya çalıştığımız bir dönem!
Köylerde tarım işçisi olarak kaldım. Bu fasıl bir yıl sürdü. Marksist Leninist
teoriyi o kadar çok içselleştiriyorsunuz ki işçi ve köylülerin yüce varlıklar
olduğunu düşünüyorsunuz. Asıl yüce yaşamın o olduğuna, entelektüelliğin bir
burjuva paçavrası olduğuna kendi kendinizi ikna ediyorsunuz. Bu, bir çeşit
manastıra kapanmamın karşılığıydı o gün için. Dünya nimetlerinden arınmak için
çile çekmenin mütekabiliydi.
Neler yapıyordunuz köylülerle?
Bir grup olarak gitmiştik. Bunlar
benim canımı çok acıtan şeyler… Düşünmekte zorlandığım şeyler. Hayat karşısında
ben böyle bir eğretiliği, acemiliği, böyle bir cahilliği nasıl yapmışım? Bu
yolla bütün bir ülkenin devrime gideceğini hayal etmek… Tasvir etmeye
kelimelerim yetişmiyor. Dışarıdan bir gözle bakınca benim sözcüklerim yetersiz
kalıyor. Bunun için net olarak 'pişmanım' diyebilirim. Böyle bir köylü
devrimciliği hayali içinde olmak arayışını bu kadar saçma bir noktaya vardırmak
gerekmiyordu. Bu, kaçınılabilir bir zırvalıktı benim için…
1990'dan sonra tarih okumaya yönelten
neydi sizi?
Ben ekonomi mezunuyum ama tarihe olan
merakım hep vardı. Bizim evde yemek sohbetlerinde hep tarihi meseleler
konuşulurdu. Resmi tarihi okuyup bunun Marksist eleştirisi nasıl olur, bunu
araştırıyordum. Kendime ait bir okumam vardı. Bu, üniversitede de devam etti.
Bizans tarihi, eski Yunan tarihi dersi aldım, sanat tarihine ilgi duydum.
İktisat tarihi dersi en çok sevdiğim ders haline geldi mesela. Bu tamamen kendi
doğal sürecinde oldu. Sonunda gittim, İngiltere'de tarih doktorası yaptım.
Sola yönelik eleştirileriniz ilk ne
zaman başlıyor?
1985-86'da başlıyor. Gorbaçov, ilk
defa bir adım attı. Sovyetler Birliği'ndeki rejimi eleştiriye tabi tuttu. Ben o
dönemde reformcu Sovyet basınını çok dikkatli takip ettim. Sovyetler Birliği,
demokratik bir sistem kurabilir diye gözüktü. Sonunda öyle olmadı tabii.
Olamazmış. Onarılamazmış. Ben bu süre içerisinde bizim Maoculuk teorisinin
gerçeklikle hiçbir ilişkisinin olmadığını anladım…
Tarihçi Tony Judt'ın eserleri bu
değişiminizin neresinde duruyor?
İki yazımda Tony Judt'tan alıntı
yapınca, bilir bilmez bazı insanlar, “Halil Hoca şimdi de Judt'ı bellemiş!”
diyor. Tony Judt, önemli bir tarihçi. Aynı yollardan geçmişiz ve sonrasında
sosyal bir demokrat olmuş. 1990'lardan sonra Tony Judt okumaya başladım. Çok
sevdiğim bir ve kendimi ruh ikizi olarak gördüğüm doğru ama fikirlerimi onun
üzerine kurduğum yanlış ve saçma sapan!
‘Tekâmül kavramı' sol ideoloji ile
niçin böylesine ters düşüyor?
Sert çekirdekli ideolojiler
tabanlarına çok tekelci bir kıskançlıkla bakıyor. Ayrılmayı, eleştirmeyi,
bağımsız olmayı zorlaştırmak için adeta bir psikolojik terör halesi
oluşturuyorlar. Türkiye'de bir futbol takımı kötü oynadığında haklarında
'hainler' ve 'kansızlar' diye yazılıyor. İdeolojinizi eleştirmeye kalksanız
dönek ilan ediliyorsunuz hemen…
Barış süreci başarıya uğrar mı sizce?
Başarıya ulaşmasını istiyorum ve bana
başarıya ulaşacak gibi geliyor. Büyük güçlük PKK tarafındadır. AK Parti'nin bu
konuda sağlam duracağını sanıyorum. PKK, yıllardır dağda. Silahlı mücadele için
örgütlenmek onların varlık sebebi haline gelmiş. Tabii Kemalistlerin ve
Ergenekoncuların ne yapacağından da emin değilim. Mesela Uludere olayı büyük
bir soru işareti olmaya devam ediyor.
Nelere dikkat edilmeli bu süreçte?
Çok soğukkanlı olmak gerek. Boy
ölçüşme, didişme dilinden uzak durulmalı. Tutanakları sızdırmak çok büyük
günahtı. Ama yayınlanmasında bir beis yok bence. Sızdıranların amacı barıştan
yana mı? Bence başka hesapları var. Tekere çomak sokmak istiyorlar. Abdullah
Öcalan'a çok kızdım. Barışın diliyle liderliğin dili uyuşmuyor. Öcalan'ın
kullandığı dil ile barışın dili çelişiyor. Bu, ciddi bir problem. Çok
mütehakkim üslubu var. Bu bizatihi barışın diliyle çelişiyor. Konuşmadan önce
herkesin içinden yüze kadar sayıp düşünmesi gerekiyor.
Barış olacaksa bile bu, AKP ile
olmasın zihniyeti var bir de…
Ne diyeyim! Türkiye'deki bütün
saçmalıklar adına bir yorum yapmam mı gerek! Bir acayip gözü dönmüş, fanatik
bir AK Parti düşmanlığı var.
Neyden kaynaklamıyor bu düşmanlık?
Müslümanlık düşmanlığından
kaynaklanıyor.
Biraz açar mısınız?
Kemalizm'le birlikte solun içine de
sinmiş olan yüz küsur yıllık dini olana, İslami olan her şeye duyulan çok derin
kuşku ve nefretten kaynaklanıyor.
“Maocular ile TKP'liler silahla
çatıştı ve Kazancı Yokuşu'nda katliam oldu…” diyerek ezber bozdunuz. 1 Mayıs'la
ilgili ezber bozdunuz. Bu konuyla ilgili yeni bir şey var mı söyleyeceğiniz?
Benim iddialarım tamamen doğrulandı.
Taraf gazetesinin yayımladığı diğer röportajlar tabloyu gözler önüne serdi.
Beni onlarca kişi aradı ve "Ben de başımdan geçenleri yazacağım" dedi
1 Mayıs 1977 ile ilgili. Amerikalılar gelmiş otelde kalmış! Kamyonetin DİSK'e
ait olduğu ortaya çıktı. Sular İdaresi'nden ateş açıldığı tamamen yalan. Devlet
komplosu teorisinin en ufak bir dayanağı yoktur.
Devlet o güne kadar çok da masum değil
ama…
Ben genel olarak 'devlet masumdur'
demiyorum. Devletin genel olarak masum olmamasından devletin bu konuda suçlu
olduğu anlamı çıkmaz. Mesela Samatya'da yaşanan son olaylarda adam Ermeni
çıktı. Bir yığın spekülasyon yapıldı. Derin devletin 2015 hazırlığı dendi
mesela. 1915'te devletin masum olmaması, devletin Samatya'dan da sorumlu
olacağı anlamına gelmez.
İzmir'de yaşayan amcanız, “Yıllardır
antiemperyalist mücadele veren ailemizin tek firesidir o." dedi sizin
için...
Bundan birkaç ay önce vefat etti
amcam. Son yıllarda çok sıkı bir Kemalist olmuştu. İlhan Selçuk'un büyük
hayranıydı, darbeciydi. Ben hiçbir şekilde karşılık vermedim amcama. Kırılmadım
ve üzülmedim. Sonuçta amcamdır…
Nasıl geçiyor bir gününüz?
Sabah 6'da kalkıyor, servisle
üniversiteye gidiyorum. Hayatım boyunca hiç araba kullanmadım. Ehliyetim yok.
Eşimin ehliyeti var. Zaten İstanbul'da araba alınmaz. Benim hayatım okumak, araştırmakla
geçer. Çalışmak dışında hayatımda başka bir şey yok neredeyse. Bütün günüm
çalışmakla, idari işlerle geçiyor. Hafta sonları çok az dinlenirim. Kafa
dağıtmak için belgesel izlerim. Eşim de benim gibidir, çok çalışır.
Dedeniz için ‘agnostikti' dediniz.
Siz, inanç noktasında kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Ben ateistim ama militan değilim.
Ne zaman karar verdiniz ateist olmaya?
Öyle büyüdüm. Bu, içinde büyüdüğünüz
kültüre bağlı. Bizim ailede insanı dindarlığa götüren unsurların hiçbiri mevcut
değildi.
Hiç ateizmi sorguladınız mı peki?
Hayır. Hiç sorgulamadım.
İnançsızlığımın çok köklü olduğunu söyleyebilirim. Dini duyguları
anlayabiliyorum. Bir camide, bir kilisede ezanda, Kur'an okunuşunda veya dini
Batı müziğinde insanlara huşu veren şeyin ne olduğunu kuvvetle
hissedebiliyorum. Büyük dinlerin tarihteki muazzam rollerini görmek, o heyecanı
hissetmek beni dindar kılmıyor tabii ki.
Futbolla aranız nasıl?
Galatasaraylıyım ama sanırım ona da
doydum. Çok farklı spor dallarını severim ve hepsinden de anlarım.
‘Körling'den, beyzboldan, Amerikan futbolundan, buz hokeyinden çok iyi anlarım.
Analitik bir şekilde izleyerek zevk alırım. Atletizmde TRT spikerlerinin fark
etmediğini fark ederim. Basketbol izlemekten ise bıktım.
Ev ararken ilk önce duvar uzunluğuna bakıyorum!
Bazı yazarlar gibi kitaplarınız için
ev tutuyorsunuz herhalde…
Ev ararken ilk önce duvarlarına
bakıyorum. Kitaplığımın sığması için 43 metre sağır duvar lazım! Bizim için
manzara, alt kat üst kat hiç önemli değil. Emlakçılar Bebek sırtında bir daire
gösterdi. Çok güzel manzarası olmasına rağmen beğenmedik. Emlakçı, “Beyefendi,
siz çok mu zenginsiniz, çok mu eşyanız var?” dedi. Eve çok az eşya aldık.
Eşimle birlikte 15 bine yakın kitabımız var.
Sizde İzmirlilik var mı?
İzmir'le bütün ilişkim koptu maalesef.
Yale'deyken ailem Ankara'ya taşınmıştı. Benim çocukluğumun 250 binlik İzmir'ini
şu an 4 milyonluk şehir aldı. İzmir'de bir yığın akrabamın yaşadığını bilmek,
limanda yüzdüğüm, balık tuttuğum ve ilk eşimle geçirdiğim günleri hatırlamak
dışında İzmir'le bir bağım kalmadı.
Robert Koleji'nde profesyonel
yüzücülük yapmışsınız? Devam ediyor musunuz yüzmeye?
Bir İzmir çocuğu olarak havuz
disiplinine hiç alışamadım. Kolejdeyken Boğaz'ı geçme yarışına katılmıştım.
Amerika'da su topu oynadım ama hiçbir zaman iyi bir yüzücü olamadım.
Yakın dostlarınız hatırlayamadıkları
olayları hemen size soruyormuş…
Hafızam her zaman kuvvetli oldu. Bunu
bütün arkadaşlarım bilir, “Halil'de fil hafızası var.” diye takılırlar. Şahin
Alpay arar, bir şey sorar, “Bunu ancak sen hatırlarsın.” der.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder