Dr. Ahmet ERTUĞRUL
Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü
adlı eserinde, Nuri Efendi adlı bir saatçiden söz ederken şöyle der:
"İnsan saatin arkasını bırakmamalıdır. Nasıl ki, Allah insanı bırakırsa
her şey mahvolur!" Saat hakkındaki düşünceleri bazan daha derinleşirdi:
"Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır... Bu da gösterir
ki, zaman ve mekân, insanla mevcuttur!" (Tanpınar 1987:29)
Saatin insan hayatının tanzimindeki rolü gerçekten de inkar edilemez. Bu yönden
bakılırsa kültürel kimliğimizi, davranış ve hayat tarzımızı bize biçilen
saatlere göre ortaya koyma mecburiyetindeyiz. Greenwich parkında, bugün müze
olan eski gözlemevinin belki de hayatımızda birçok değeri tanzim etmek gibi bir
rolü var. Boylamların başlangıç noktası saatlerimizin de ayarını
belirlemektedir...
Aslında Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Berna Moran'ın da haklı olarak belirttiği
gibi, "iki uygarlık arasında bocalayan toplumumuzun yanlış tutumlarını,
davranışlarını, saçmalıklarını alaya alan eleştirel bir romandır."(Moran
1983: 252)
XVII. yüzyılda sarkaçlı mekanik saatlerin hayatımıza girmesi ve üstelik kısa
zamanda bu saatlerin camilere de yerleştirilmesi, Batılı yazarlar tarafından
"sessiz bir devrim" (Kurz 2005:73) olarak değerlendirilmiştir.
Mekanik saatler, günbatımından günbatımına iki kez on iki saat olarak ayarlanan
ve her gün ayarlanan alaturka saatler olarak hayatımızda yer alan saatleri
silip atmış ve artık günü yekpare yirmi dört saat olarak düzenlemiştir. Bundan
sonra Osmanlı, İran, Hint ve diğer Müslüman toplumlarda Batı'da imal edilen
saatler hızla yayılmıştır. Batılı elçiler, Osmanlı sarayına Fatih Sultan Mehmet
döneminden itibaren birbirinden farklı ve göz alıcı hediye saatler
taşımışlardır. Bu saatler birbirinden farklı renk, şekil ve düzenlere sahipti.
Saat başı müzik çalanlar ve müzikle birlikte saatten çıkan kuklaların çeşitli
gösterilerde bulunduğu saatler, herkesin ilgisini çekiyordu. Ancak evlerdeki ve
camilerdeki bazı saatlerin çan sesi, Osmanlı insanına azap vermiştir. Nitekim
XVII. yüzyıl Divan şairi Sâbit, bu hâli şöyle ifade etmiştir :
Dâr-ı İslâmda sâ‘at başına etmededir
Çan çalıp nice müselmânı mu‘azzeb sâ‘at
(Sâbit 1991:366)
Ondokuzuncu yüzyılda da Dolmabahçe Sarayına Müslüman bir ülkede inşa edilen ilk
meydan saati dikilmiş ve bu meydan saati mimarîsi geniş bir coğrafyaya
yayılmıştır.
***
Toplumumuzda XVIII. yüzyıldan itibaren başlayan ve gitgide hızlanan kültür
değişmeleri, ortaya "kendisi olmayan" fakat "başkasına da
uymayan" bir yeni tip çıkarmıştır. Bu yeni tip, öncelikle gündelik hayatın
değişmesiyle adeta arada büyük saat farkı bulunan farklı bir coğrafyaya giden
birinin şaşkınlığını yaşadı. Gündelik hayatın tanzimini saatler düzenlediği
için alışkanlıkların terki ve yeni tarzların benimsenmesi de saatlerin
zorlamasıyla gerçekleşti.
Ahmet Hâşim, "Müslüman Saati" adlı denemesinde bu yeni hayatın
hercümercini derinden duyarak anlatır : "İstanbul'u yenileştiren ve
yerlisini şaşırtan istilâların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin
hayatımıza girişi oldu."(Hâşim 1981 :102) Hâşim ayrıca eskiden kendimize
göre günlerimiz ve saatlerimizin varlığını da belirtir. "Müslüman gününün
başlangıcını şafağın parıltıları ve sonunu akşamın ışıkları tayin ederdi."
Işıkla müsâvi, ışığa ayarlı ve ışık dolu günler... Pratik, basit, yorucu
olmayan ve "geceleri dinlenmemiz için yaratılan" bir zaman tasavvuru...
Bu zaman birçok mukaddesi de içinde saklayan bir zamandı. Doğumlar, ölümler,
evlilikler, törenler hep bu zamana bağlıydı. Hâşim, eski saatlerin hayatımızdan
çekilmesini derinden farketmiştir : "Giden saatler babalarımızın öldüğü,
annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket ettiği ve
orduların düşman şehirlerine girdiği saatlerdi. (...) Yeni "ölçü" bir
zelzele gibi, zaman manzaralarını etrafımızda altüst ederek, eski
"gün"ün bütün sedlerini harap etti ve geceyi gündüze katarak saadeti
az, meşakkati çok, uzun, bulanık renkte bir yeni "gün" meydana
getirdi. Bu, müslümanın eski mesut günü değil, sarhoşları, evsizleri,
hırsızları ve katilleri çok ve yeraltında mümkün olduğu kadar fazla
çalıştırılacak köleleri sayısız olan büyük medeniyetlerin acı ve sonu gelmez
günüydü."(Hâşim 1981: 103)
Ahmet Hâşim'in, saatlerin hayatımıza müdahalesiyle ilgili örneklerinden en
dikkkat çekici olanı "fecir saati" ile ilgili olanıdır. Eskiden
rüyasız uykunun sonu ve yıkanma, ibadet etme, neşe ve ümit başlangıcı olan
fecir, artık hayatımızda başka bir hale girdi. "Birçoklarımız için fecir,
artık gecedir. Ve birçoklarımızı güneş, yeni ve acayip bir uykunun
ateşlerinden, eller kilitli, ağız çarpılmış bozuk çarşaflara dolaşmış,
kıvranırken buluyor. Artık geç uyanıyoruz. Çünkü hayatımıza sokulan yeni ve
fena günün eşiğinde çömelmiş, kin, arzu, hırs ve haset sürülerinin bizi ateş
saçan gözlerle beklediğini biliyoruz. Artık fecri yalnız kümeslerimizdeki
dargın ve mağrur horozlara bıraktık. Şimdi Müslüman evindeki saat, başka bir
âlemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve
gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor. Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz
şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz."(Hâşim 1981: 104)
Hayatımızın tanzimini doğrudan etkileyen zamanın cetveli, yani takvim,
toplumların yönlendirilmesinde büyük rol oynamaktadır. Nitekim her toplum kendi
hayat tarzına ve günlük hayatına göre şekillenmiş bir zaman anlayışına
sahiptir. İslam bilginlerinden Takiyüddin'in 1563'te namaz saatlerini gösteren
bir saat yapmakla görevlendirilmesi, İslâm toplumunda zamanın namaz vakitlerine
göre düzenlenmiş olduğunun da bir göstergesidir (Kurz 2005: 46).
Yaşadığımız yeni milenyumun da bu anlamda "küreselleştirilen dünya"yı
tek bir zamana doğru götürdüğüne şahit oluyoruz. Ne gariptir ki hiç kimse çıkıp
da "herkesin milenyumu kendine" dememekte ve dünyadaki farklı dinler,
kültürler, milletler aynı heyecanla tek boyutlu ve "yönlendirilmiş"
bir zaman anlayışına teslim olmaktadırlar. Oysa "zaman" kavramı,
dinlere, kültürlere ve ırklara göre değişmektedir.
Milâdî takvimden önce, Batı dünyasında Roma'nın kuruluşu tarihini esas alan
Roma takvimi kullanılmaktaydı. Bu takvim Hz. İsa'nın doğumundan yaklaşık
yedibuçuk asır önceye dayanıyordu. Roma takviminin 1285. ve Hz. İsa'nın
doğumunun 532. yılında, Diyonisyos Eksigos adlı papaz ruhanî meclise Hz.
İsa'nın doğumunu başlangıç olarak kabul eden bir takvim önermiştir. Bu önerinin
uygun görülmesiyle Roma'nın kuruluş tarihinin 754. yılı, Hz. İsa'nın doğum yılıyla
birleştirilerek Milâdî takvim tespit edilmiştir. Bu takvim, Papa XIII. Gregor
tarafından geliştirilerek 1582 yılından itibaren kullanılmaya başlanmıştır.
İşte bizim de tâbi olduğumuz yeni milenyumun takvimi de budur. Ancak daha önce
de belirttiğimiz gibi, her kültürün, dinin ve milletin kendi kabullerine ve
tarihî olaylarının önemine göre bir "takvimi" vardır.
Musevîler, M.Ö. 7. yüzyılı, 3761 tarihi olarak kabul etmektedirler. Bu durumda
2000 yılının Musevî takvimindeki karşılığı 5760 yılıdır. Budistler, Buda'nın
ölüm tarihi kabul ettikleri M.Ö. 543 yılını tarihin başlangıcı kabul
etmektedirler. Buna göre 2000 yılının Budist takvimindeki karşılığı 2543
yılıdır. İslam âleminin takvimi olan Hicrî takvim, Hz. Ali'nin hilafeti
sırasında uygulanmaya başlanmıştır. Hicrî takvimde, Peygamberimizin Mekke'den
Medine'ye hicret ettiği milâdî 16 Temmuz 622 tarihi başlangıç olarak kabul
edilmektedir. Milâdî 2000 yılı, Hicrî takvime göre 1420 tarihine karşılıktır.
Bütün bunların dışında, Uzakdoğu, Eski Yunan, Çin ve Hindistan'da da farklı
takvimler mevcuttur. Bu takvimlerin hepsinde de dinlerin, kültürlerin ve
milletlerin zaman anlayışları sergilenmektedir. O halde "herkesin
milenyumu kendine" sözü, kültürel kimliklerin varlığını ve önemini de
işaret etmektedir. Saatlere teslim olmak ve saatlerin bizi çekip çevirdiği
çerçevede yaşamak, hürriyetimizi kendi elimizle sınırlamaktan başka bir şey
değildir. Resmî takvimler ne olursa olsun, günümüzü ve saatlerimizi tanzim
etmek bizim işimiz. Eskiler "yatsı" ifadesiyle aynı zamanda yatma
vaktini de kastetmişlerdir.
Öyle ya, "geceler istirahatimiz için yaratılmış" bir siyah örtü değil
midir?
KAYNAKLAR
Ahmet Hâşim, Bize Göre, Kültür Bak. Yay. Ank. 1981
Cogito, Takvim : Zamanın Haritası, Yapı Kredi Yay., sayı : 22, Bahar 2000
Kurz, Otto (2005), Sultan İçin Bir Saat, çev. Ali Özdamar, Kitap Yay.
Moran, Berna (1983), Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, İletişim Yay., İst.
Sâbit (1991), Divân, Haz: Turgut Karacan, Sivas.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (1987), Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Dergâh Yay.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder