28 Şubat 2010 Pazar

Ahmedi Xani’nin Dilinde Shakespeare

Zeynep Kuray / Birgün
Cihan Şan & Kawa Nemir
28.2.2010

Shakespeare’in ünlü Romeo ve Juliet oyununu başarılı kadrosuyla Kürtçe olarak sahneleyen Tiyatro Avesta dünyada bir ilke imza atmış oldu. Tiyatro Avesta’nın kurucusu olan metin yazarı ve yönetmen Cihan Şan’ın Shakespeare’den uyarlayarak hazırladığı oyunu; şair, yazar, çevirmen, editör ve oyun koordinatörü Kawa Nemir, Mezopotamya’dan bu yana dêngbejlerin, destanların, Mem u Zîn’lerin dili olan Kürtçe’ye kazandırdı. Bu ‘Romeo ve Juliet’ uyarlaması Sofokles’ten Ahmedî Xani’ye, Fuzuli’den Shakespeare’e varıncaya dek, dünyada yazılmış bütün büyük destanların ve tragedyaların ortak temalarından biri olan kavgaların, ötekileştirmelerin, düşmanlıkların arasına sıkışmış, ama ödediği bedelle gerçek evrensel değer olarak öne çıkan aşkı yüceltiyor. ‘Capuletler ile Montaguelar’ arasındaki amaçsız ve sonuçsuz düşmanlık kadar yıpratıcı bir milliyetçi atmosfer içinde bunalan ülkemize, bu temsil aracılığıyla nasıl bir mesaj vermek istediklerini yönetmen Cihan Şan ve çevirmen Kawa Nemir’le konuştuk.

Romeo ve Juliet’in yazılışı üzerinden yaklaşık 400 yıl geçti ancak bu tragedya dünyanın her yerinde hâlâ sahneleniyor. Shakespeare’nin günceliğini bu kadar uzun bir süre koruyabilmesini neye bağlıyorsunuz?

Cihan Şan: Öncelikle Shakespeare’in siyasetin, politikanın, ideolojinin üstünde, asıl insan gerçeğini çok iyi tanıdığını ve bu gerçeğin iliklerine, damarlarına kadar nüfuz ettiğini düşünüyorum. Shakespeare’in insan merkezli düşündüğünü algılıyorum, çünkü onun karakterlerinin hepsinin olay içersinde mutlaka bir yan hikâyesi vardır, o yüzden hiç dolgu bir karakter yoktur. Yöntem olarak her karakterini olay örgüsünün içinde tanıtır ve tanımlar. Drama sanatında karakteri diyaloglar ve olay örgüsü üzerinden yaratma konusundaki en büyük ustalardan biri, belki de birincisi Shakespeare’dir. Bu anlatımdaki başarısı da insana özgü aşk, ihtiras, ihanet gibi temel dürtüleri ve kendi dönemindeki güncel konuları, politikayı çok iyi kavramasından kaynaklanmaktadır. Asıl konu insan olunca ve bu kadar da iyi anlatılınca, zaman geçse de güncelliğini hep koruyor. Çünkü dünya ne kadar değişse de insanın temel özellikleri değişmiyor; bu nedenle ne Shakespeare ne de klasikler güncelliğini yitirebilir.

Shakespeare’in o kadar oyunu varken neden Romeo ve Juliet ?
C.Ş: Çünkü birincisi, Romeo ve Juliet bir aşk hikâyesi, dolayısıyla daha evrensel bir konu; ikincisi de, bu hikâyede Doğu ve Batı uluslarının ortak özellikleri var, bu da anlatının destansı olmasından kaynaklanıyor. Baktığınız zaman ‘Hamlet’ de bir destan, bizdeki Köroğlu gibi, Zaloğlu Rüstem gibi babasının intikamını alan bir adam. Romeo ve Juliet, aynı şekilde Mem u Zîn, Leyla ile Mecnun, bunlar aslında bütün ulusların, coğrafyaların buluştukları temel destanlardır. Shakespeare de bu destanlarıyla gelmiştir ve tragedya şeklinde sunduğu bu destanlar bir nevi insan topluluklarına ayna tutmuştur.

ROMEO VE JULIETLER ÖLMESİN
Romeo ve Juliet destanında iki aile arasında bir kan davası var. Ama buna rağmen iki genç birbirlerine aşık oluyor. Bu destanda sizce düşmanlık ve aşk neyi simgeliyor?
C.Ş: İki tarafın birbirlerine olan nefretinin sonuçlarını ve bu nefret içinde aşkın kabul görmemesini öne çıkarıyor. Ama buradaki iki genç sürüp giden savaşa her şeye rağmen aşklarıyla başkaldırıyor. Asıl metinde, Romeo ve Juliet bu düşmanlığın sonucunda öldükten sonra Shakespeare, aileleri dökülen bu kan üstünden barıştırıyor, ancak biz oyunu iki gencin ölümüyle sonlandırdık ve daha sonra olacakları seyircinin hayal gücüne bıraktık. Aslında Shakespeare böyle bir finalle bir durum komedisi yaratmış, çünkü iki ailenin barışması için mutlaka birilerin ölmesi gerekmez. Zaten bu oyunda da açıkça “Bu iki insanın masum aşkı sizin politikanızdan, ihtiraslarınızdan ve kavganızdan daha yüce ve önemlidir. Biz genç kuşaklar sizin yıllardır sürdürdüğünüz düşmanlıkların devamcısı olmak mecburiyetinde değiliz” mesajı veriliyor.

Sizce bu destanda iki gencin ölmesiyle aşk yenik mi düşmüş oluyor?
C.Ş: Tam aksine evrensel tema olarak kazanıyor, ama zaten birbirlerine kavuşmuş olsalardı böyle büyük bir aşk olmazdı. Efraim Kişon’un ‘Romeo ve Juliet ölmeseydi ne olurdu?’ sorusundan hareket eden bir uyarlaması var. Oyunun finalinde gençlerin hastaneye kaldırılıp tedavi edildiklerini, evlendiklerini varsayıyor; ancak aradan geçen zaman içinde “Çoraplarını oraya atma, çok sigara içiyorsun” diyen bir Juliet ve karısını kıskanan bir Romeo karakteri ortaya çıkıyor. Kısacası, bu oyunda aşk uğrunda en ağır bedellerin ödendiği, hatta uğrunda ölünen yüce bir değer oluyor.

Hayatta da bir şeyler kazanmak için hep bir bedel mi ödenir?
Kawa Nemir: Evet, mesela Ahmedî Xani’nin yazdığı ‘Mem u Zîn’ destanında da iki genç aynı Romeo ve Juliet’teki gibi kavuşamıyor. Onların yerine Siti’yle Tacim kavuşuyor. Ancak Beko denilen kötü ruhlu bir adam yüzünden Mem u Zîn sonuç olarak ölüyor, ancak orada kazanan, destan ve evrensel aşk gerçekliğidir. O açıdan tarihteki büyük eserler aşıkları buluşturmuyor. Yaşadığımız hayatta da değişik versiyonlarla ödenen bu bedeller birer gerçektir. Bu destanlar evrensel bir temayı işliyor ve farklı uluslar ve topraklar söz konusu olsa bile ortak bir sonla noktalanıyorlar mutlaka.

C.Ş: Ama nihayetinde Ahmedî Xani, Shakespeare veya Fuzuli gibi yazarlar da kendi dönemleri içinde haliyle politikti, kendi çağlarının farkındaydılar. Bu yazarlar gerek Doğu’da, gerek Batı’da bir geçiş döneminin tanıkları olmuşlardı. Karşılaştırmalı edebiyat açısından bakıldığında bu görülüyor; bir bakıyorsun bir yazar Doğu penceresinden yazıyor diğeri ise Batı penceresinden, ama ikisi de dünyanın o dönemindeki geçişleri yakalamışlar. O geçişlerin hikâyesidir bu yazılanlar.

Ülkemizde de bir yandan farklılıkların yok sayıldığı, diğer yandan da bu farklılıkların bir zenginlik olarak kabul edilmek istendiği bir dönemden geçiliyor. Böyle bir ortamda Romeo ve Juliet oyunu ne mesaj taşıyor ?
C.Ş: Hastalıklı bünyeye doğru teşhisler ve reçeteler önemlidir. İnsanlık ilerlerken ne zaman tıkansa, hep geçmişe, yani klasik eserlere döner. Klasikler bugün de modern insanın ilacıdır. Geçmişte yaratılmış bu değerler bugünün insanına da ışık tutabilir, tedavi edebilir. Ülkemiz açısından bakarsanız, insanların gerçek bir travma yaşadıklarını görürsünüz. Mesela, oyunun hikâyesine bizim coğrafyadan bakarsak, halen namus cinayetleri işlendiğini, sevdikleri için öldürülen ya da intihar etmeye zorlanan kız çocukları olduğunu görürüz. Juliet’in de içinde kaldığı temel durumlardan biridir bu. Çünkü Romeo’yla gizlice evleniyor, daha sonra Romeo cinayet işliyor, sürgün ediliyor ve Juliet ailesi tarafından zorla başkasıyla evlendirilmeye çalışılıyor. Zaten bu zorlayıcı zihniyettir iki aşığı ölüme sürükleyen aslında.

Tam da bu konuda dünyada bir ilke imza atarak Shakespeare’i Kürtçe oynuyorsunuz. Kürt dili üzerinde onlarca yıldır yapılan baskılar da mı sizi bu tercihe yöneltti?
C.Ş: Ben bu konuda çok yakınabilirim, tarafları suçlayabilirim, ancak kendi derdine ağlayan insanlardan değilim. Kürt dilinin çok şiirsel, çok ahenkli, armonisi çok derin bir dil olduğunu düşünüyorum. Birçok farklı dilde oyunlar izledim, ancak sırf Kürt dilinin armonisini görmek için insanların mutlaka Kürtçe Shakespeare izlemesi gerektiğine inanıyorum.

Kawa Nemir siz de bir ilke imza atarak Shakespeare’in orijinal metinlerini Kürtçe’ye çevirerek, Kürt edebiyatına ve halkına kazandırdınız.
K.N: Birkaç gazetede yanlış çıktığı için burada bir düzeltme yapma ihtiyacı hissediyorum. Biz burada Shakespeare’in yazdığı orijinal 3-4 saat süren ana versiyonu oynamıyoruz. Shakespeare’in Romeo ve Juliet’ini günümüz şartlarına ve oyuncu kalitemize göre uyarlayan metin yazarı ve yönetmen Cihan Şan’ın derlediği metni Kürtçe’ye çevirdim. Tabii ki ben de bu oyuna birkaç ekleme yapmışımdır, çünkü Shakespeare benim çalışma alanım ama bu metni uyarlayan ve yazan Cihan Şan’dır. Yine bir gazetede benim bu oyunu 10 yılda çevirdiğim söylenirken, diğer bir gazetede 1 ayda çevirdiğim yazılmış. Ben zaten Shakespeare üzerinde 10 yıldır çalışıyorum, ancak Cihan Şan tarafından yeniden uyarlanan Romeo ve Juliet oyununu 3 ayda çevirdim, doğrusu bu. İkinci olarak, ünlü bir Amerikalı bir yazar, “Canım yeni bir şey okumak isterse, klasik okurum” demiştir, çünkü klasik zaten yeni olandır.

Shakespeare’in Kürtçe’ye çevrildiği haberleri internet sitelerinde çıktığında, yazılan yorumlarda Türkler ve Kürtler arasında bir kavga başladığına tanık oldum, halbuki ben dilimin varlığını kimseyle tartışma ihtiyacını duymuyorum. O açıdan Shakespeare’in Kürtçeye uyarlanması sıradışı bir olay değildir, gayet normaldir.

C.Ş: Şimdi burada esas sorun şu: Genel olarak muhalif olanların, ezilenlerin tiyatrosu en azından benim takip ettiğim kadarıyla, sürekli bir şeylerin arkasına sığınma durumuna geçiyor. Yani “Biz eziliyoruz” edebiyatına dayanarak, estetik kaygısı gütmüyorlar. Evet devlet tiyatrosundaki kadar dekor, kostüm olanaklarımız yok, ancak biz çabamızla burada daha iyiyi başarmalıyız, daha iyi bir reji, daha iyi bir ışık yapmalıyız mantığı yerine, alışılmış “Efendim, biz eziliyoruz” söylemiyle bu eksikliğimizi örtmek istiyoruz. Tamam eziliyoruz ama, ezik değiliz. Mesela kimi görsem, “Shakespeare’i Kürtçe mi yapıyorsun?” diye soruyor, şaşırmış gibi. Oysa, bu olağanüstü bir durum değil, çünkü Kürtçe bir dil. Bu ulus, bu toplum uzaydan gelmedi ki, bin yıldır var olan bir kültürden söz ediyoruz burada. Yani insanların garibine gitmesi esas benim garibime gidiyor. Her ulus Shakespeare’i kendi diline uyarlamışken bu Kürtçede de yapılamaz mı?

Çok mu ağır tepkiler geldi?
K.N: Tabii ki akıl almaz tepkiler var ancak bizim 1990’lı yıllarda zuhur etmiş bir rewşen kuşağı var. Bu kuşağa üye her bir arkadaşımızın çok fırtınalı bir ruhu vardır kesinlikle. Biz dilimizin varlığını, kültürümüzün varlığını, ülkemizin adını da hiçbir yerde tartışmıyoruz. Budur diyoruz. Ama sonuç itibariyle bu toprakların bir realitesi var, bu bir süreçtir, ilerliyor. Eğer biz mazlum psikolojisine boyun eğersek vahim bir noktaya varırız. Bizim kuşağımız bunu yıkmış bir kuşak. O açıdan, her zaman çıkış noktamız klasikler olmalı diyoruz. Tiyatro Avesta’nın zaten böyle bir çıkışı var, dünya klasiklerini oynama çıkışı yaptık ve ilerde de daha çok klasiği Kürt diline kazandıracağız.

Romeo ve Juliet’ten sonra Ahmedî Xani’nin Mem u Zîn destanını da oynamayı düşünüyor musunuz?
K.N: Mem u Zîn zaten bizim ulusal destanımızdır. Buna paralel olarak da maalesef dünyada yeteri kadar değeri bilinmemiştir. Son birkaç yıldır yapılan edisyonlarla değeri açığa çıkıyor, ama bence Mem u Zîn destanının gerçek değeri karşılaştırmalı edebiyat çalışmalarıyla ortaya çıkacaktır. O açıdan bakıldığında bence Romeo ve Juliet’in Kürtçe sahnelenmesi Mem u Zîn’in değerini daha da çok artırır, insanları bu destanı hatırlamaya iter. Zaten kültürlerin gelişimi de böyle olmuştur. Sonuç itibariyle bazı metinler 300 yıl ölüme terk ediliyor, ama bir anda ortaya çıkıp yeniden yeşeriyor. Mesela Shakespeare’in hemen sonrasında yaşamış ünlü metafizik şair John Donne vardır. Aslında kendisi bir rahiptir ama çok önemli aşk şiirleri ve ilahiler yazmıştır ve ancak 300 yıl sonra ona iyi bir şair olarak değerini teslim eden ve tekrar ortaya çıkartan Amerikan asıllı İngiliz şair T. S. Eliot olmuştur. Aynı şekilde Shakespeare de öldükten sonra unutulmaya terk edilmiştir, ta ki 200 yıl sonra akademik bir çalışmada ortaya çıkarılana dek.

İstanbul’dan sonra oyun bölgeye de gidecek mi?
C.Ş: Tabii, İstanbul’dan sonra oyunu Diyarbakır ve Batman’a götürmeyi düşünüyoruz.

***
Oyun hakkında ne düşünüyorlar?
Esma Sürücü /Juliet: Romeo ve Juliet, benim ilk tiyatro deneyimim ama yönetmenime güvenerek bu işe başladım ve Shakespeare’i oynamak, Kürtçe oynamak benim için çok önemli ve gurur verici bir olay.

Bilal Bulut / Romeo: Belki bu uyarlama Romeo ve Juliet’in yüzde 80’ini anlatabilir, ama Cihan bana bu projeyi söylediğinde çok heyecanlandım ve bu fırsatı bana verdiği için ona çok teşekkür ediyorum.

Nalin Teymur /Lady Capulet (Juliet’in Annesi): Tiyatroda ilk deneyimim ve Kürtçe olması benim için çok önemli, çünkü ben doğduğumda Türkçe bilmiyordum, hayata Kürtçeyle başladım. Şimdi de onun sayesinde hem tiyatroyu öğreniyorum, hem de Kürtçe oynayabiliyorum. Oyunun Kürt tarihine geçeceğini düşünüyorum ve çok güzel bir oyun çıkacağına inanıyorum, bu yüzden de çok umutluyum.

Nazê Necla Yerlikaya / Juliet’in Dadısı: Oyunda yer almaktan mutluluk duyuyorum. Bu belki geç kalmışlığın buruk bir sevinci ama ben ileriye bakmayı tercih ediyorum.

Kürtçe dil öğretmeni Fatoş İzol: Arkadaşların Kürtçeye hâkim olduğunu düşünüyorum. Sahnede prova yapılırken oyuncuların dil vurgularına özellikle dikkat ediyorum çünkü Kürtçede her şey bir dişi bir de erkek şeklinde vurgulanıyor. İlk geldiğimde ve provalarını ilk kez izlediğimde arkadaşlar beni tonlamalarındaki başarılarıyla çok şaşırttılar ve gün geçtikçe büyük ilerlemeler kaydediyorlar.

Yönetmen Yardımcısı Aran Dildar: Bu oyunla Doğu’da yaşanan sorunların Batı’da da olduğunu görmüş oldum ve bir karşılaştırma yapma olanağı buldum. Bütün toplumların benzer hikâyeler yaşadığını, benzer aşamalardan geçtiğini göstermek için iyi bir oyun olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca oyunda Rahim Qoseri, Faruqê Devlikên, Sait Külen adlı sanatçılar da rol alıyor.

http://www.birgun.net/report_index.php?news_code=1267360479&year=2010&month=02&day=28

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

The Reflection Cafe

Site İstatistikleri

Locations of visitors to this page


 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı